27 Eylül 2013 Cuma

Happy Birthday

Blogum artık 1 yaşında. Bu bir sene nasıl geçti hiç anlamadım ama geçti. Hayatımda hiç günlük tutamamıştım. Kısmet bu yaşımaymış. 



Nice yıllara inşallah

Sevgiler

23 Eylül 2013 Pazartesi

Stiletto Hikayesi

Dün akşam yemekten sonra uyku ritüeline başlayarak Cimcime’ye banyosunu yaptırıp, kavga dövüş saçlarını da yıkadım (inatla saçını yıkatmıyor, yüzünden su dökülmesi hoşuna gitmiyor). Kuruturken de kaçıp arıza çıkarmasın diye de “bak şimdi uslu dururusan sana bir hikaye anlatacağım saçın kuruyunca” dedim. Ama o kadar yorgunum ki kafada hikaye yok. Kırmızı başlıklı kızı pamuk prensesi falan anlatmaya başlayınca devamını kendi getiriyor. Mamu piyense eiima yedi uyudu eee eee eee sonna cüce öptü filan diye anlatıyor masalı kendince. Artık okulda masal anlatıldığı için biliyor çoğunu. Zaten teyp gibi kayda alıyor ne desen.  

Neyse ben de uydurdum hemen bir tane ama ne hikaye. Banyo sonrası iyicene pamuk gibi olmuş ayaklarına bakıyor kremleyip masaj yapıyordum. Birden başladım ülkenin birinde bir küçük kız varmış ayakları çok güzelmiş annesi onun ayaklarına bayılır öpermiş. Hergün onları kremleyip masaj yaparmış. Ama gel zaman git zaman kızımız büyümüş genç kız olmuş. Ayakları da büyümüş tabii üstelik eskisi gibi de güzel değillermiş. Kızın annesi almış kızını karşısına yine güzelce ayaklarını yıkamış tırnaklarını kesmiş törpülemiş topuklarını ponzalamış güzelce kremleyip masaj yapmış bir de tırnaklarını özel bir boyayla boyamış. (Böylece pedikürü icad etmişler) Kızın ayakları o kadar güzel olmuş ki bakmaya doyamamışlar. Bu güzel ayakları ve renkli tırnakları ayakkabıların içine hapsetmek istememişler ve ayakkabının burnunu kesmeye karar vermişler. (Böylece burnu açık ayakkabıyı keşfetmişler). Genç kız yeni ayakkabıları çok beğenmiş ama altı çok düz olduğu için annesinin pamuk gibi yaptığı topukları çok yıpranıyormuş. Ayrıca kendini çok kısa boylu hissediyormuş. Şöyle bir 10-15 cm daha boylu olsa ne güzel olurmuş. Bunun üzerine anne kız düşünmüş taşınmış hem popoyu daha güzel , hem de bacakları daha uzun gösterecek ne olabilr diye uğraşmış ve en sonunda ayakkabının topuk kısmına ekleme yapmaya karar vermiş. Bu eklemeye de topuk demişler. (Böylece topuklu açık ayakkabıyı yaratmışlar). Fakat ilk denemelerde kullandıkları malzeme tahta olduğu için çabuk yıpranıp kırılmaya başlamış. Bunun üzerine genç koz topuğun içine demir koymayı teklif etmiş (ve işte stilettoyu yarattılar). Böylece genç kız güzel ayakları ve uzun bacaklarıyla mutlu mesut yaşamış.

Ben bu hikayeyi nasıl ve neden uydurdum bilmiyorum. Üstelik bu masalı uydururken aşağıdaki gibi bir kitabın varlığından haberim bile yoktu. Kendi uydurmasyon masalımdan sonra internete girip inceledim ve kendime bir kez daha şaşırdım.


“Stiletto” moda tarihçisi Caroline Cox’un Londra’da yayınlanan kitabının adı. Malesef Türkiyedeki internet kitapçılarında bulamadım, ama yazarın “Lingerie” isimli başka bir kitabı idefix’de var. Kitapta kadın giyiminin en önemli aksesuvarlarından birinin, iğne ya da çivi topuklu ayakkabının tarihi anlatılıyor. Tanıtımı yapan bir makalede kitap hakkında aşağıdaki bilgiler veriliyor.

Kadınlar İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kadınsı bir görünüme kavuşmak istediler. Christian Dior, zamanın ruhunu yakalayarak ‘New Look’ (Yeni Görünüş) adlı, bele oturan, balon etekli yeni bir siluet yarattı. Ayakkabı tasarımcısı Roger Vivier, bu siluete uygun ince topuklu ayakkabılar üretti. Ancak o dönemde topuklar tahtadan yapılıyor, inceldikçe kolaylıkla kırılıyordu. İlk kez Londra’da 1954’te Kıbrıslı göçmen Mehmet Kurdaş, topuğun içine alüminyum bir çubuk geçirerek bugünkü tabirle ‘stiletto’yu yarattı. İki yıl sonra İtalya ayakkabı fuarında İtalyan ayakkabıcılar, içine madeni çubuk geçirilmiş stilettoları dünyaya tanıttılar. Artık ayakkabı ökçesi istenildiği kadar inceltilebilirdi. 

Stiletto o günden itibaren kadınları fethetti. Erkekleri de: Çünkü dünyanın en seksi aksesuvarlarından biriydi. Bir fetiş objesiydi. Marilyn Monroe, Gina Lollobrigida gibi ‘femme fatale’ların tercih ettiği bir ayakkabıydı. Ama artık iyi aile kadınları da benimsemeye başlamıştı bu tehlikeli icadı. 1959’da topuklar 15 cm’yi bulduğunda, bir savaş başladı. Önce bu uzun ökçelerin sağlığa verdiği zarara, bütün gazetelerde geniş yer ayrıldı. 1961’de ABD’de kadın köşe yazarı Abigail Van Buren, kadınlardan gelen 100 bin mektupla birlikte Ulusal Ayakkabıcılar Derneği’ne başvuruda bulunarak onlardan topukları kısaltmasını istedi. Yüksek ökçelere o kadar keskin bir dille saldırılıyordu ki, asıl sorunun kadınların cinselliklerini bu kadar açıkça ortaya koymalarından duyulan kültürel korku olduğu açıkça anlaşılıyordu.

1960’larda bu kez ‘stilettolar parkeleri bozuyor’ tartışması ortaya atıldı. Bütün müzeler, galeriler ve tarihi binalarda ‘stiletto giymek yasaktır’ tabelaları ortaya çıktı. 1962’de İngiliz Madenciler Birliği bir ilan yayınlayarak stilettoların yer döşemesi üzerindeki etkisinin ‘1 ton’ olduğunu, eğer kadın topuğunun etrafında dönerse, etkinin binaları yıkan iş makinelerinin yarattığı etkiye eşit olduğunu ileri sürdü. Öyle ki, Mehmet Kurdaş, aynı yıl topuğun ucuna bir yuvarlak bölüm ekleyerek yeni bir ayakkabı icat etti.

Muhafazakarlardan sonra saldırma sırası ilk feministlerdeydi. Germaine Greer ‘The Female Eunuch’ adlı ünlü kitabında (1971) ince uzun ökçelerin, kadınları politik olarak baskı altında tutan bir moda olduğunu iddia etti.

1965’te stiletto, yerini düz pabuçlara bırakarak moda sahnesinden çekildi. 1980’lerde punk akımından etkilenen İngiliz modacı Vivienne Westwood uzun ince topuğu yeniden canlandırdı. Vogue’un meşhur genel yayın yönetmeni Anna Wintour, güçlü dergisini İspanyol asıllı ayakkabıcı Manolo Blahnik’i ve stilettolarını dünya çapında bir ikona dönüştürmek için kullandı. Prenses Diana, kendisiyle aynı boyda olan kocasından boşanır boşanmaz, muhteşem stilettolar yapan Jimmy Choo’yu giydiği ayakkabılarla meşhur etti. Sex and the City dizisinin yıldızları bu iki markayı ‘manolo’ ve ‘choo choo’ diye iki cins isme çevirdiler. Ve son olarak genç Fransız modacı Christian Louboutin, stilettonun içindeki düzeneği gösteren şeffaf topuklu pabuçlarıyla gözleri kamaştırdı.

Artık kimse, kadınların ince ve uzun topuklarına karışmaz oldu. Stiletto, yarım asırlık savaşın galibiydi. 


Şimdi kitabı bulup almak farz oldu. Hayır stiletto severim ama Pazar akşamı saat 9’da uydurduğum masalın bu kadar derin bir konu olmasına da ayrıca hayret ettim.  Pamucuk ayaklardan yola çıkıp konuyu pedikür ve stilettoya bağlama yeteneğime de diyecek yok doğrusu. Bu arada Cimcime’nin masalı büyük bir ilgiyle dinlediğini söylememe gerek yok sanırım. Ama eminim yakında oje diye tutturur.  

19 Eylül 2013 Perşembe

Yaşasın Güçlü Kadınlar

Bakıcısız hayata geçişimizle beraber doğal olarak gece gezmelerimiz de sona erdi. Tiyatro sinema sevdalısı ben bunlardan uzak kalınca evdeki TV ile idare etmek DVD’ye sarmak durumunda kaldım. Bizde DigiTürk vardı ama sadece ulusal kanallar, lig tv ve çocuk kanalları açıktı. Yerli dizileri takip etmeme gibi bir huyum olduğu için bir iki ay önce yabancı dizi ve film kanallarını da açtırdım. Dizi kanallarını CSI, Major Crimes ve Criminal Minds gibi önceden çok sıkı takip ettiğim diziler için açtırmıştım fakat bunların dışında beni yakalayan bir iki dizi daha oldu. Bunların başında Borgen geliyor.  


Politikadan hoşlanmayan biri olarak politik bir dizinin hastası olacağım hiç aklıma gelmezdi fakat Borgen gerek oyuncuları gerek konusu gerek görsel zenginliği ile beni benden aldı. Borgen bir Danimarka dizisi. Dizinin konusu sürpriz bir şekilde başbakanlığa gelen ve ülkenin ilk kadın lideri olan Birgitte Nyborg etrafında gelişiyor. Fakat bu süreç, siyasi danışmanları, televizyondaki habercileri, günlük aile hayatini da kapsayacak şekilde geniş biçimde yansıtılıyor. Yani aslında sadece siyasi bir dizi değil. Kadın olmanın, hele de iki çocuklu bir kadın olmanın başbakan olsan bile çok zor olduğunu, hayatın her alanında mücadele etmek gerektiğini de görebiliyoruz dizide. 


Çocukları ve şerefsiz kocasıyla Birgitte

Zaman zaman Danimarka’nın güzelliklerini gözler önüne serdiği için de zevkle seyrediliyor. Danimarkanın güzellikleri derken sadece doğal güzellikleri kastetmiyorum. Refah seviyesinin çok yüksek olduğu yerlerden biri olan Kopenhag’ın muhteşemliği dışında, şehrin temizliği düzeni, evlerin bahçelerin güzelliği, evlerin ofislerin dükkanların içindeki dekorasyon, insanların yaşam tarzlarının sadeliği falan hepsi çok cezbedici. Kıyafetler keza öyle. Mesela bakanlar ve çoğu çalışan işe bisikletle gidiyor. Kimse başbakan karşısında el pençe divan durmuyor ama zaten seviyesi çok yüksek bir saygı var. 



Tekrarlardan filan iki sezonu hızla devirdim. 3. Sezon henüz Danimarka'da bile başlamadı ama ben heyecanla bekliyorum. Dublajlı dizi seyretmekten nefret eden ben bu diziyi mecburen Türkçe seyrediyorum ama bu konuda yapılacak bir şey yok. Benim gibi İskandinav esintisine bayılanlar bu diziyi mutlaka sever. 



Borgen full kadro

Bu arada Borgen adı Kopenhag'daki hükümet, parlamento ve yüksek mahkeme binalarını içinde barındıran ve şato anlamına gelen kompleksten geliyor. O da dizide gördüğüm kadarıyla muhteşem bir yapı. 


Borgen 

17 Eylül 2013 Salı

Krema'yı da kaybettik...

Brokoli çorbası yapmak için krema aldım ama sonra brokoliyi mücverde kullandım krema da buzdolabının rafında kaldı, unutuldu. Bir gün farkettim ki, son kullanma tarihine birkaç gün var. Ucundan açtım, ufak bir tadına baktım. Tadı normal. Sonra gel zaman git zaman, o krema bir türlü kullanılamadı, ucu açık şekilde beklemeye devam etti. Son kullanma tarihi geçtikten sonra, yine ucundan tadına baktım. Hala ilk açtığımdaki gibi. Süt zehirlenmesi riskini göze alarak bunu bir deney malzemesi yapmaya karar verdim. 


Nitekim o krema asla bozulmadı; ağzı açık olmasına rağmen. Artık sıkıldım deneyden ve attım. (Son kullanma tarihini, ağzı açık şekilde 2 ay geçtikten sonra.) Tüm koruyucu maddeler vardı içinde, hatta şeker bile vardı. Üzerinde ağzı açıldıktan sonra 4 gün içinde tüketilmesi gerektiği yazıyor, ama bence hikaye; torunlarımıza bile kalabilirdi o krema.


16 Eylül 2013 Pazartesi

Gözbebeğim ...

İLKLER...

İlk dokunuşlar, ilk gülümsemeler, ilk adımlar, ilk sözcükler ne kadar önemli değil mi hayatımızda? İlk resimler, ilk şarkılar, ilk arkadaşlıklar. İlk defa evden, anneden uzaklaşmak ne kadar da önemli onun için. Her şey ne kadar yabancı, ne kadar bilinmedik. Şimdi ilk defa başka ellere tutunup yürüyecek, hiç tanımadığı birine güvenecek. Bu onun için o kadar önemli ki tüm hayatında etkisi hissedilecek ...

Çocuğunu başkasına emanet etmenin zorluğunu bilen ve bu büyük sorumluluğun bilinciyle eğitim hayatına giren Özel Gözbebeğim Anaokulu, Feneryolu merkezde hizmet veren butik bir anaokuldur. Okulumuz, sevgi, hoşgörü ve anlayış ile harmanlandığında öğrenmenin bir zorunluluk değil keyifli bir yolculuk olduğunu  vurgulayarak çocuklara okul sevgisi aşılamayı amaçlamaktadır. Bu doğrultuda, eğitim faaliyetlerinde çocukların yaş özelliklerini ve bireysel farklılıklarını göz önünde bulundurarak, uygun şartları hazırlamaktadır.  

İLK OKULU - İLK ÖĞRETMENİ




Okulumuz, gözbebeklerimizin zengin öğrenme deneyimleri aracılığıyla sağlıklı büyümelerini, motor, sosyal-duygusal, dil ve bilişsel alanlarda gelişimlerinin en üst düzeye ulaşmasını,  öz bakım becerileri kazanmalarını  ve ilköğretime hazır bulunmalarını sağlamayı amaçlamaktadır.

Çocuğun öğrenmesi, olumlu bir benlik algısı geliştirmesi, okula, öğrenmeye ve araştırmaya dair olumlu tutumlara sahip olması için okulda çocuğa yapacağı etkinlikleri ve oynayacağı materyalleri seçmede özgürlük tanınması, okulumuzun değer gören bir üyesi olarak görülmesi, etkinliklere aktif katılması, akran ve öğretmenleriyle karşılıklı etkileşime girebilmesi okulumuzun temel ilkesidir.

Eğitim programımız, öğrenme ortamı ve değerlendirme sistemimiz çocuğun yaşına, gelişimine, bireysel ilgi ve ihtiyaçlarına, yaşadıkları sosyo-kültürel ortamlara, yaşam deneyimlerine uygun olarak yapılandırılmıştır. Her yaş grubuna özel olarak düzenlenmiş aydınlık sınıflarımızda, 6 - 7 öğrenciye 1 öğretmen ile eğitim yapılmaktadır. Her sınıf ilgi köşelerine göre düzenlenmiştir.

Programımız çocuk merkezlidir. Çocukların koşulsuz kabul edildiklerinden emin oldukları ortamlarda kendilerini güvende hissetmeleri nedeniyle programımız bireysel farklılıkları dikkate alarak hazırlanmıştır. Çocuğun fiziksel çevrenin ve ailenin değişik özelliklerine göre uyarlanmaya ve bireyselleştirilmeye uygun, esnek bir programdır. Programımızda günlük yaşam deneyimlerinden yararlanılarak eğitim süreci zenginleştirilmektedir. Hem yaşam deneyimleri hem de yakın çevre eğitim amaçlı olarak kullanılmaktadır. Keşfederek öğrenme inceliklidir. Programımız çocuğun kendi öğrenmesini kendisinin oluşturmasını destekler. Çocuk bu program aracılığıyla çevresinde olanları fark eder, merak ettiği konulara ilişkin sorular sorar, araştırma yapar, keşfeder ve oynar. Böylece bilgiyi kendisi yapılandırır. Yaratıcılığın geliştirilmesi ön plandadır. Bu programın amacına uygun bir şekilde uygulanmasını sağlayan öğretmenlerimizin yaratıcı olması ve çocukların yaratıcılıklarını geliştirmeleri ile mümkündür

 Öğretmenlerimiz öğrenme sürecinde çocukların bir şeyleri planlamalarına, yapmalarına, düzenlemelerine, sorgulamalarına, araştırmalarına, tartışmalarına, ve üretmelerine mümkün olduğu kadar çok olanak tanımaktadır.

Aile Eğitimi ve ailelerin sisteme katılımı çocuklarımız için çok önemlidir. Çocuğun eğitimi, okul ve aile arasında paylaşılan bir sorumluluktur. Anne babalar çocuğun eğitimine ne kadar erken katılırsa çocukların kazanımları da o oranda artacaktır. Anne babaların eğitime katılımı, ailenin sosyokültürel değerlerinin programa yansıtılmasını kolaylaştırmanın yanı sıra okul ve ev arasındaki devamlılığı destekleyerek kazanılan bilgi, beceri ve tutumların kalıcılığını sağlar. Bu çerçevede okulumuzda yetkin uzmanlar ve pedagoglar tarafından çocuk davranışları konularında ebeveyn eğitimleri ve ücretsiz seminerler verilmektedir.

Öğrenme sürecinin verimliliğinin arttırılmasında rehberlik hizmetlerinden yararlanılmaktadır. Öğretmenlerimiz, pedagogumuz ile işbirliği içinde çocukların gelişimlerinin takip etmektedir. Konusunda uzman pedagogumuz, çocukaların gelişim testlerinin uygulanması ve yorumlanmasının yanı sıra, çocukları ile ilgili karşılaştıkları açmazları aşmakta ailelere yardımcı olmaktadır.

HIGH SCOPE

Etkin bir okul ancak, öğrencilerin gerektiği için değil kendileri istediği için çaba göstermelerini, ve başkaları tarafından hazırlanan bilgiyi kabul etmek yerine kendi akıllarını kullanarak özgün çalışmalar yapmalarını sağlayabilirse, zeka yasalarının tümüne saygı göstermiş olur. -  diyen Jean Piaget’in kuramları rehberliğinde oluşturulan High Scope Okul Öncesi Eğitim Yaklaşımını benimseyen okulumuz, aileyle birlikte şeffaf, bilimsel, doğal, global değerler üstünde bir çizgide hizmet vermektedir. Sorumlu ve ilgili ailenin eğitimin tamamlanmasında önemli bir yer tuttuğu gerçeğinden hareketle etkin aile diyaloğu ve aile bilgilendirmesiyle, eğitim sistemimiz daha güvenli ve şeffaf hale gelmekte, nedenler ve sonuçların sorumluluğunu paylaşan bir program izlenmektedir.

Bu yaklaşımda çocukların en fazla kendi kendilerine planlayıp uyguladıkları etkinliklerden öğrendikleri anlayışı esastır. Bir diğer deyişle, High/Scope Programı erken çocukluk eğitiminde “etkin öğrenme” kavramını temel alır. Etkin öğrenme “yaparak” öğrenmedir. Çocuk tarafından başlatılan ve devam ettirilen öğrenme sürecidir. “Etkin öğrenme” çocuğun yeni bir kavramı deneyimleri sonucu keşfetmesidir. Deneyim kazanırken duyularını aktif olarak kullanır- dokunur, tadar, bakar, dinler ve koklar. Böylelikle yeni materyal ya da durum hakkında kalıcı bilgiler edinir.

Buna istinaden okulumuzda çocuğun özgürce ve çeşitli biçimlerde kullanabileceği çok amaçlı ve bol miktarda malzeme bulunmaktadır. Gözbebeklerimizin araştırma ve deneme özgürlüğü vardır. Ne yapacağına, nasıl yapacağına ve hangi malzemeleri kullanacağına çocuk karar verir, yaptıklarını anlatır.

Öğretmen, çocukların bütün duyularıyla etkin olarak araştırmalarına yardımcı olur, kendi kendilerine birşeyler yapmaya teşvik eder. Onların yerine problem çözmez, çocukların çözüme gidebilecek seçenekleri düşünmelerine fırsat verir. Malzemeleri dönüştürmelerine ve birbiriyle karıştırmalarına yardımcı olur. Yaptıkları şeyi anlatmalarını ister. Aynı malzemeyi değişik biçimlerde kullanarak ya da farklı biçimlerde kullanan kişileri işaret ederek çocuklara alternatif düşünmeye teşvik eder.

Okulumuzda High/Scope Eğitim Yaklaşımı, Yaratıcı Drama, Dil, Fen-Doğa, Matematik, Satranç, Müzik, Sanat gibi çeşitli etkinliklerle desteklenmektedir.  

Yarım Gün, Tam Gün, Hazırlık Sınıfı , ve Oyun Grubu şeklinde 2-6 Yaşarası çocuklara 12 ay hizmet veren okulumuzda her şeyin sevgi, şefkat ve saygıyla mutluluk için yapılması gerektiğine inanıyoruz.

BİZİMLE TANIŞMADAN KARAR VERMEYİNİZ.

Özel Gözbebeğim Anaokulu
Adres: Kumbaracılar sokak No:12 Feneryolu - KADIKÖY
Tel: 0216 345 35 35
E-mail: info@ozelgozbebegimanaokulu.com
Web : gozbebegim_anaokulu@hotmail.com


Sevgilerle...

13 Eylül 2013 Cuma

Dönüşüm...

Dönüşüm evet ama Kafka'nın ünlü hikayesindeki gibi dev bir böceğe değil de iş kolik bir kadından ev hanımı bir anneye dönüşüm. Nasıl ve ne zaman oldu bu bilmiyorum. Hep içimde var mıydı? Olabilir, çok emin değilim. Tamam itiraf edelim biraz vardı içimde domestiklik. Peki nasıl bastırdım ben bunu tam 40 sene. Çocukken bile evcilikten çok misket oynayan bir çocuktum ben. Meğer içimde domates biber salçası yapıp turşular kurmak isteyen bir kız çocuğu saklanıyormuş yıllardır. Sızıntılar vardı. Son zamanlarda iyice patlak verdi.  

Annem "her Türk kadını bir gün sarışın olur" der, bu da onun gibi belki "her kadın bir gün ev hanımı olur". Nasıl mı olur? Ben kendi tecrübemi anlatabilirim ancak. Her şey senelerce bayıla bayıla yenen "dışardaki pis ve katkılı şeyleri" evde yapmak istememle başladı. Sonra bir baktım işten izin alıp pazara gidip 6 kilo organik domates alıp tek tek soyup doğrayıp steril kavanozlara koyup vakumlamışım. Kendime geldiğimde biberlere geçmiştim. Hayatımda ilk defa kızılcık alıp marmelat yaptım (acayip uğraştırıyor katkıyı matkıyı boşverin, çok lazımsa marketten alın gitsin). Evde kekler yapıp buzluğa atıyorum Cimcime isterse hemen hazır olsun diye. Bütün tavuk diye bir şeyi mesela yeni keşfettim gibi bir şey. Ben eskiden tabakta göğüs, but falan alan, tavuğun böyle tabakta parça parça yetiştiğini sanan biri gibi bütün tavuk olayına tamamen yabancıydım. Şimdi organik olsun diye bütün tavuk alıp elde bir kasap bıçağı, hunharca parçalara ayırıyorum. Evet annelik şefkat falan ama gel de tavuğa sor bunu. Butu kanadı ayrı yere gidiyor zavallının. Üstelik "ıyyy bu neresi yaaa" dediğin o parçalar var ya işte onlar da atılmıyor. Kaynatılıp suyu çıkarılıyor, küçük kaplara konup pilava çorbaya koyulmak için buzluğa atılıyor. Bulyon da neymiş. Mis gibi tavuk suyu yaptık burda. 







Hayır annem de böyle tarhana yapan, salça basan, turşu kuran bir kadın değildi bana nereden bulaştı hiç bilmiyorum. Mesela eskiden evde temizlik olduğunda temizlikçi kadınla beraber annemde çalışır haşatı çıkar o gece hasta olup yatardı. Ben de "delimisin yaa bırak kadın yapsın" derdim. Şimdi haşatı çıkan ben oluyorum.  

Eskiden boş vakitlerimde ne yapıyordum unuttum. Kitap okurdum hala okuyorum Allahtan. Ama kitap türleri konusunda çeşitliliğe gidiyorum artık. Cinayet ve macera romanlarının yanında çocuk gelişimi, tuvalet eğitimi, çocuk yemekleri gibi kitaplarda okuyorum. Alışverişe çıkardım şimdi çıkıp kendime sıfır Cimcimeye on kıyafet alıp dönüyorum. Craft boyama incik boncuk işleri eskiden de severdim şimdi de ara sıra Cimcime için süsler oyuncaklar boyuyorum. Ama tığ işi yapmayı örgü örmeyi, dikiş dikmeyi iyi bilmediğim için üzüleceğim hiç aklıma gelmezdi. 




Nasıl bir dönüşüm bu? Engellemek mümkün mü? Ne zaman Kentucky Fried Chicken yiyebilirim tekrar yoksa hayatımın sonuna kadar tavuğu parçalayıp galeta unu çıtır ekmek kırıntısı falana bulayıp fırına verip çakma kentucky diye kendimi mi kandıracağım? Bunun çaresi var mı doktor?

9 Eylül 2013 Pazartesi

Alternatif Bakıcı

Uzun bir aradan sonra nihayet bilgisayar başına oturup yazı yazacak vakit buldum. Bu sürede araya hastalıklar, izinler, izin sonrası çok yoğun iş yükü ve tekrar izinler girdi. Şu sıra tempo normale girmeye başladı. Ben de her zamanki sistemime geri dönmeye başladım yavaş yavaş. 

Bu gün "Alternatif Anne" sitesinde bir haber görüp yeni anne olanlar adına sevindim. Alternatif Anne artık Alternatif Bakıcı ve Danışmanlık ile kardeş kurum oldu. Alternatif Bakıcı'nın diğer bakıcı bulan ajanslardan farkı bakıcılara ücretsiz eğitimler, ailelerin beklentileriyle ilgili bilgiler vermesi. Bakıcı arayan ama benim gibi aradığını bir türlü bulamamış bahtsız annelerin işi artık daha kolay. Malum ülkemizde bebek bakım işi "hiç bir iş bulamazsam bakıcı olur çocuk bakarım, nasıl olsa aslan gibi 7 çocuk büyüttüm" şeklinde yapıldığı için bakım şekli de hep anam babam usulü. Bu arada o 7 çocuk nasıl büyüdü, ne iş yapar, sağlıklı mı, obez mi, kırk yaşına gelmeden şeker hastası mı oldu, tansiyonu mu var bir bakmak gerek. Yayınlanan tanıtım yazısında belirtilen izin sistemleri, boş vakitler vs. gibi konularda firmaya çok fazla katılmıyorum. Akşam işten gelen ebeveynlerin elbette çocukla ilgilenmeleri gerek ama bu yatılı bakıcının odasına çekileceği anlamına gelmemeli. Sonuçta bu 9'dan 5'e bir memuriyet işi değil. Karşınızdaki evinizi açtığınız bir insan. Evde sizin faydalandığınız tüm nimetlerden o da faydalanıyor. Sıcak suyu elinin altında. Tüm mutfak ekipmanları emrine amade. Yediği önünde yemediği genelde çöpte. O da bir akşam yemeği yapabilmeli. Tabii işin bir de ücret yönü var. Bakıcı olarak tutulan bu tip kişilere ödenen ortalama ücret min. 650 USD civarındaydı ki dolardaki son yükselişlerden sonra bu rakam biraz daha düşmüş de olabilir. Eğitimli bakıcıların ücretleri de bu seviyede olacaksa çok çok iyi. Ama yok biz eğitimliyiz diye ücretler artacaksa sektöre ve annelere pek faydası olmaz. Çünkü zaten yüksek ücretle bu işi yapan eğitimli kişiler var piyasada. Bizim gibi orta halli ailelerin bu eğitimli kişileri tutamamasının nedeni ücretlerinin yüksek olması. Bizler orta halli bakıcıları alıp kendimiz yetiştirmeye çalışarak bu açığı kapatmaya çalışıyoruz. İşte bu eğitim safhası da her bakıcıya uymuyor, işine gelmiyor. Ben bildiğim gibi yaparım nereden haberi olacak diyor.   



Neyse, firmanın eğitimli bakıcı yetiştirecek olması bence anneler için büyük nimet. Hizmet duyurulmaya değer bir hizmet. Kurana da kullanana da hayırlı olmasını dilerim.

Konuyu daha detaylı öğrenmek isteyenler için adresler Alternatif Anne ve Alternatif Bakıcı .

Sevgilerimle