Dün akşam yemekten sonra uyku ritüeline başlayarak Cimcime’ye
banyosunu yaptırıp, kavga dövüş saçlarını da yıkadım (inatla saçını yıkatmıyor,
yüzünden su dökülmesi hoşuna gitmiyor). Kuruturken de kaçıp arıza çıkarmasın
diye de “bak şimdi uslu dururusan sana bir hikaye anlatacağım saçın kuruyunca”
dedim. Ama o kadar yorgunum ki kafada hikaye yok. Kırmızı başlıklı kızı pamuk
prensesi falan anlatmaya başlayınca devamını kendi getiriyor. Mamu piyense eiima
yedi uyudu eee eee eee sonna cüce öptü filan diye anlatıyor masalı kendince.
Artık okulda masal anlatıldığı için biliyor çoğunu. Zaten teyp gibi kayda
alıyor ne desen.
Neyse ben de uydurdum hemen bir tane ama ne hikaye. Banyo
sonrası iyicene pamuk gibi olmuş ayaklarına bakıyor kremleyip masaj yapıyordum.
Birden başladım ülkenin birinde bir küçük kız varmış ayakları çok güzelmiş
annesi onun ayaklarına bayılır öpermiş. Hergün onları kremleyip masaj yaparmış.
Ama gel zaman git zaman kızımız büyümüş genç kız olmuş. Ayakları da büyümüş
tabii üstelik eskisi gibi de güzel değillermiş. Kızın annesi almış kızını
karşısına yine güzelce ayaklarını yıkamış tırnaklarını kesmiş törpülemiş
topuklarını ponzalamış güzelce kremleyip masaj yapmış bir de tırnaklarını özel
bir boyayla boyamış. (Böylece pedikürü icad etmişler) Kızın ayakları o kadar
güzel olmuş ki bakmaya doyamamışlar. Bu güzel ayakları ve renkli tırnakları
ayakkabıların içine hapsetmek istememişler ve ayakkabının burnunu kesmeye karar
vermişler. (Böylece burnu açık ayakkabıyı keşfetmişler). Genç kız yeni
ayakkabıları çok beğenmiş ama altı çok düz olduğu için annesinin pamuk gibi
yaptığı topukları çok yıpranıyormuş. Ayrıca kendini çok kısa boylu
hissediyormuş. Şöyle bir 10-15 cm daha boylu olsa ne güzel olurmuş. Bunun
üzerine anne kız düşünmüş taşınmış hem popoyu daha güzel , hem de bacakları
daha uzun gösterecek ne olabilr diye uğraşmış ve en sonunda ayakkabının topuk
kısmına ekleme yapmaya karar vermiş. Bu eklemeye de topuk demişler. (Böylece
topuklu açık ayakkabıyı yaratmışlar). Fakat ilk denemelerde kullandıkları malzeme
tahta olduğu için çabuk yıpranıp kırılmaya başlamış. Bunun üzerine genç koz
topuğun içine demir koymayı teklif etmiş (ve işte stilettoyu yarattılar).
Böylece genç kız güzel ayakları ve uzun bacaklarıyla mutlu mesut yaşamış.
Ben bu hikayeyi nasıl ve neden uydurdum bilmiyorum. Üstelik
bu masalı uydururken aşağıdaki gibi bir kitabın varlığından haberim bile yoktu.
Kendi uydurmasyon masalımdan sonra internete girip inceledim ve kendime bir kez
daha şaşırdım.
“Stiletto” moda tarihçisi Caroline Cox’un Londra’da
yayınlanan kitabının adı. Malesef Türkiyedeki internet kitapçılarında bulamadım,
ama yazarın “Lingerie” isimli başka bir kitabı idefix’de var. Kitapta kadın
giyiminin en önemli aksesuvarlarından birinin, iğne ya da çivi topuklu
ayakkabının tarihi anlatılıyor. Tanıtımı yapan bir makalede kitap hakkında aşağıdaki
bilgiler veriliyor.
Kadınlar İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kadınsı bir
görünüme kavuşmak istediler. Christian Dior, zamanın ruhunu yakalayarak ‘New
Look’ (Yeni Görünüş) adlı, bele oturan, balon etekli yeni bir siluet yarattı.
Ayakkabı tasarımcısı Roger Vivier, bu siluete uygun ince topuklu ayakkabılar
üretti. Ancak o dönemde topuklar tahtadan yapılıyor, inceldikçe kolaylıkla
kırılıyordu. İlk kez Londra’da 1954’te Kıbrıslı göçmen Mehmet Kurdaş, topuğun
içine alüminyum bir çubuk geçirerek bugünkü tabirle ‘stiletto’yu yarattı. İki
yıl sonra İtalya ayakkabı fuarında İtalyan ayakkabıcılar, içine madeni çubuk geçirilmiş
stilettoları dünyaya tanıttılar. Artık ayakkabı ökçesi istenildiği kadar
inceltilebilirdi.
Stiletto o günden itibaren kadınları fethetti. Erkekleri de: Çünkü dünyanın en
seksi aksesuvarlarından biriydi. Bir fetiş objesiydi. Marilyn Monroe, Gina Lollobrigida
gibi ‘femme fatale’ların tercih ettiği bir ayakkabıydı. Ama artık iyi aile
kadınları da benimsemeye başlamıştı bu tehlikeli icadı. 1959’da topuklar 15
cm’yi bulduğunda, bir savaş başladı. Önce bu uzun ökçelerin sağlığa verdiği
zarara, bütün gazetelerde geniş yer ayrıldı. 1961’de ABD’de kadın köşe yazarı
Abigail Van Buren, kadınlardan gelen 100 bin mektupla birlikte Ulusal
Ayakkabıcılar Derneği’ne başvuruda bulunarak onlardan topukları kısaltmasını
istedi. Yüksek ökçelere o kadar keskin bir dille saldırılıyordu ki, asıl
sorunun kadınların cinselliklerini bu kadar açıkça ortaya koymalarından duyulan
kültürel korku olduğu açıkça anlaşılıyordu.
1960’larda bu kez ‘stilettolar parkeleri bozuyor’ tartışması ortaya atıldı.
Bütün müzeler, galeriler ve tarihi binalarda ‘stiletto giymek yasaktır’
tabelaları ortaya çıktı. 1962’de İngiliz Madenciler Birliği bir ilan
yayınlayarak stilettoların yer döşemesi üzerindeki etkisinin ‘1 ton’ olduğunu,
eğer kadın topuğunun etrafında dönerse, etkinin binaları yıkan iş makinelerinin
yarattığı etkiye eşit olduğunu ileri sürdü. Öyle ki, Mehmet Kurdaş, aynı yıl
topuğun ucuna bir yuvarlak bölüm ekleyerek yeni bir ayakkabı icat etti.
Muhafazakarlardan sonra saldırma sırası ilk feministlerdeydi. Germaine Greer
‘The Female Eunuch’ adlı ünlü kitabında (1971) ince uzun ökçelerin, kadınları
politik olarak baskı altında tutan bir moda olduğunu iddia etti.
1965’te stiletto, yerini düz pabuçlara bırakarak moda sahnesinden çekildi.
1980’lerde punk akımından etkilenen İngiliz modacı Vivienne Westwood uzun ince
topuğu yeniden canlandırdı. Vogue’un meşhur genel yayın yönetmeni Anna Wintour,
güçlü dergisini İspanyol asıllı ayakkabıcı Manolo Blahnik’i ve stilettolarını
dünya çapında bir ikona dönüştürmek için kullandı. Prenses Diana, kendisiyle
aynı boyda olan kocasından boşanır boşanmaz, muhteşem stilettolar yapan Jimmy
Choo’yu giydiği ayakkabılarla meşhur etti. Sex and the City dizisinin
yıldızları bu iki markayı ‘manolo’ ve ‘choo choo’ diye iki cins isme
çevirdiler. Ve son olarak genç Fransız modacı Christian Louboutin, stilettonun
içindeki düzeneği gösteren şeffaf topuklu pabuçlarıyla gözleri kamaştırdı.
Artık kimse, kadınların ince ve uzun topuklarına karışmaz oldu. Stiletto, yarım
asırlık savaşın galibiydi.
Şimdi kitabı bulup almak farz oldu. Hayır stiletto severim
ama Pazar akşamı saat 9’da uydurduğum masalın bu kadar derin bir konu olmasına
da ayrıca hayret ettim. Pamucuk
ayaklardan yola çıkıp konuyu pedikür ve stilettoya bağlama yeteneğime de diyecek yok
doğrusu. Bu arada Cimcime’nin masalı büyük bir ilgiyle dinlediğini söylememe
gerek yok sanırım. Ama eminim yakında oje diye tutturur.