21 Şubat 2014 Cuma

Nar Sorbe

Kışın ortasında bahar havası yaşadığımız bu günler, kış meyveleriyle yaz tatlıları yapmak için çok iyi bir zaman. Ben de nar sorbe yaptım. Hem çok fazla tüketmediğim ama çok faydalı bir meyve olan narı hem de yılbaşından beri açılmadan bekleyen şampanyayı kullanmış oldum. Çok da güzel oldu. 


Malzemeler :
2 adet nar 
1 bardak köpüklü şarap (ucuz şampanya) 
1 limon
4-5 kaşık şeker 
Taze nane yaprakları

Yapılışı : Narları ikiye veya dörede kesip üzerlerine vura vura tanelerini çıkarın. (Narları su dolu bir kaba silkelerseniz oraya buraya sıçrayıp leke bırakmasını da önlemiş olursunuz). Taneleri mixerde püre haline getirin ve sonra püreyi kalan küçük parçalardan ayıklamak için süzgeçten geçirin. Şampanya, şeker ve limonun suyunu ekleyin (isterseniz biraz da limon kabuğu rendesi eklenebilir). Buzlukta 2 saatte bir karıştırarak 4-5 saat dondurun. Servis ederken üzerini taze nane yapraklarıyla süsleyin. 


 Sorbenizi yaz günlerini hayal ederek yemenizi tavsiye ederim.

19 Şubat 2014 Çarşamba

2014 Tırnakların Altın Yılı

2014 yılında tırnaklar çılgın gibi. Bu yıl başta Pantone tarafından yılın rengi seçilen orkide moru ojelerin yanında taşlı, metalik, gökkuşağı, renkli french modeller tırnakları süsleyecek. Artık manikürcülere de tırnak artisti filan denecek herhalde. Yoksa bu desenleri her babayiğit yapamaz. 


Orkide moru bu oluyor. Benim de en sevdiğim orkide rengi budur. 


Mor aynı zamanda asillerin rengidir.  




Üstteki iki model 2014 gelinleri için ideal.  




Bebek mavisi bu yazın favorisi olacakmış.





2014 geometrik desenlerin de tavan yaptığı bir yıl olacak. 





Bu üstteki metaliklere bayıldım. 









Neşeli gökkuşağı renkleriyle canlanan yaz tırnakları. 



French metalikte de çok güzel durmuş. 
 
 

Leylak - eflatun renkler de çok gözde ama ben sürünce ölü eli gibi oluyor.

Kısacası süs püs olayı artık yavaş yavaş sanat olmaya başlıyor. Eee kozmetik sektörü de sür sürüştürden biraz farklılaşmayı seçti. Pazarlamanın altın kurallarından "Differentiation Strategies" candır. 

6 Şubat 2014 Perşembe

Hayatını Adayabileceğin En Güzel Varlık

Son zamanlarda orada burada sürekli annelerin çocuklarıyla ilgili yaptıklarını abartılı bulan ve bu durumu eleştiren videolara ve yazılara rastlıyorum. Yok anneler çocuklarını ordan oraya sürüklüyormuş, çocuklar çocukluklarını yaşayamıyormuş, yok her çocuk yetenekli olmak zorunda değilmiş, Dünyada zeki ve yetenekli bir avuç insan varmış kalanı vasatmış. Öncelikle bunları söyleyenlerin kendilerini hangi kategoride değerlendirdiklerini merak ediyorum. Yetenekli mi? Vasat mı? Gazete yazarı, stand up’çı falan olduklarına göre kendilerini muhtemelen yetenekli statüsünde görüyorlar. 



Anlamadığım şu ; Bir bilim adamı bir proje üzerinde çalışırken durmaksızın denemeler yapar, ama sadece çok uzun denemeler sonucunda başarıya ulaşır. Atomu parçalayanlar bunu bir karete darbesinde yapmadı sonuçta. Anneler de çocuk yetiştirirken bir çok deneme yapar ve buna ömrünün sonuna kadar devam edebilir. Çocuk bir proje değil diye atlayanlar olabilir ama zoooort yanlış. Çocuk bir proje. Düşünerek, planlayarak hatta tüplerde dölleyerek yaptığın, 9 ay boyunca küçük hanım veya bey dünyaya geldiğinde rahat etsin diye uğraştığın, doğumu için gün saydığın, belli zamanlarda korunması için aşılattığın, beden sağlığı yerinde olması için güldüğü yürüdüğü koştuğu anları iple çektiğin, ruh sağlığını etkilememek için yanında yüksek sesle bile konuşmaktan kaçındığın, vatana millete hayırlı biri olması için okuttuğun bir proje. Amaç senden sonra bu birey mutlu huzurlu kendi ayakları üzerinde yaşayabilsin. 

Öte yanda çocukluğunu yaşayamamak nedir? Çocuklara ne yaptırılıyor da çocukluk yaşayamıyorlar? Uzun iş toplantıları mı? Zorla oturtup politika programları mı seyrettiriliyor çocuklara? Alt tarafı oyun oynasın, spor yapsın, sanatla ilgilensin diye aktivitelere götürüyorsun. Bilim work shopları var, çocuklar o kadar eğleniyor ki görünce için eriyor. Ülen ben anlamıyorum bu hoca ne diyo diyen bir sen varsın o ortamda. Resim yapıyorlar, ne gizli Picassolar ortaya dökülüyor. Sen çöpten adam çizemezsin ama değil mi? Eeee annen çocukluğunu yaşamanı istemiş demek ki. Şimdi hayıflanmanın zamanı değil. 

Şimdi çocuklar bizden çok çok daha donanımlı olmak zorunda. Ben üniversitedeyken bilgisayar yeni çıkmıştı (yaşım da çıkıyor ama neyse). İşe girerken kimse word - excel biliyor musun diye sormazdı? Ben bilgisayar kullanmayı işte öğrendim. Yada sadece İngilizce bilmek çok iyi bir iş bulmak için yeterliydi. Ama şimdi öyle mi? En az 2 dil bilip , lisans üzeri master yapmayana, bilgisayarda virtiözlük seviyesinde olmayana iş miş yok. Üstelik bir de kendini spor ve sanat alanında beslemiş olman da bekleniyor. Artık iş başvuru formlarındaki ilgi alanları kısmına "kitap okumak" yazıp geçiştiremiyorsun. Sıkıcı gözüyle bakılıyor o zaman sana. 



Çocuğumu baleye yada yüzmeye götürmenin bana ne faydası var ? Yüzdürüp sırtından para kazanmak mı? Hadi diyelim o derece hırslı insanlar var ama ben o annelerin hiç birinin de o paraları kendi keyfine harcadığını görmedim. Olabilir tabi ben dünyadaki her anneyi tanımıyorum. Kendi annemi tanıyorum. Ondan gördüklerimi ilerleterek çocuğuma aktarmaktan da gocunmuyorum. 

Bugün ağzının suları akarak seyrettiğin, için için kıskandığın, ülen ne güzel de oynuyor, etek de süper durmuş dediğin Anna Kournikova'lar veya Williams Kardeşler 30 yaş civarında “aaa hadi raket alayım da tenise başlayayım” diyerek buralara gelmedi. Muhtemelen anneleri onları daha 3-4 yaşlarındayken tenise yönlendirdi. Hanginiz kolej sınavına girdiğiniz sene halinizden memnundunuz? Özel dersler, dersaneler, testler derken hayat çok sıkıcıydı o zaman değil mi? Ama şimdi o yazıları yazabildiğin gazeteye, CV’ne yazdığın Kolej mezuniyetin sayesinde girdin. Tonla para kazanıyorsun. Çocukluğunu yaşayamadın mı ? Dert etme. O parayla psikolağa gidip çocukluğuna geri dönebilirsin. Şimdi annen kötü mü yapmış , 10 sene ileriyi görüp bileğinde bir altiın bileziğin olsun diye kendini paralamakla? 

Hayatın merkezine çocuğu koymamak gerekirmiş. Oldu nereye koyalım? Hayır !!! ben de önemliyim bak başının çaresine diyip, 2 yaşındaki çocuğu sokağa mı salalım? Bunlar batı toplumlarının dayatmaları. Batıda çocuk 18 yaşına geldiğinde hala baba ocağından ayrılmamışsa arızalı gözüyle bakılıyor. Bakın tüm dizilere hepsi tek başına yaşıyor (How I Met Your Mother – Friends). Anne babadan ayrılar ama arkadaşları aileleri gibi hep yanlarında. Yalan aslında. Ne anne baba, ne de arkadaş var etrafta. Zaten olmadığı için, örnek olsun diye, yapılıyor o diziler. Yalnızlık diz boyu. 

Anneler çocuklarıyla uğraşıyor da ne yapıyor? Yediğine içtiğine dikkat etmek, küçücük yaşta spor yaptırmak, bir sanat dalıyla ilgilensin diye onu bunu denemek, yeşil alan kalmadığı, trafiğin canavarlaştığı, çocukların sapıklar veya organ ticareti yapan hayvanlarca kaçırıldığı ortamda artık sokağa salamadığı çocuğunu, eğlensin, deşarj olsun diye oyun gruplarına yazdırmak travmatik annelik mi oluyor? Bunları diyenler , onaylayanlar anne mi? Anneyse çocukları bunları yapacakları yaş ta mı yoksa kocaman mı? Bu treni kaçırmış olduğu için mi yazıyor yoksa gerçekten mi böyle hissediyor emin olamıyorum. 

Benim için hayatta en önemli şey kızım. Kimse, ben bile onun önüne geçemem. Bu kadar önem verdiğim bir şeyin hayatımın merkezinde olmasında ne var? Benim merkezimde kendime ve kızıma yer var. Hayatımı adayacaksam bundan daha güzel bir şeye adayabilir miyim ?

4 Şubat 2014 Salı

Çocuk Arabasıyla AVM Eziyeti

Malum havalar soğuk. Canımız sıkıldı şöyle bir dışarı çıkalım desek donuyoruz. Alışveriş de yapmamız lazım bari bir AVM’ye gidelim dedik. Ama çocuk arabasıyla avm’de alışveriş yapmanın eziyet olduğunu acı acı öğrenmiş olduk. 

Öncelikle arabayla AVM otoparkına girmek için harcadığınız zamanda almaya geldiğiniz şeyleri üretebilirsiniz. Mesela Capitol’ün otopark kuyruğu Üsküdar’a dayanmış durumda. Allahtan Capitol’de vale servisi var. Belli bir ücret karşılığı arabanızı kapıda alıp kapıda teslim ediyorlar. İşlemler biraz geç oluyor, yani önceden telefon edip şu nolu arabayı şu kapıya getirmenizi istiyorum deseniz bile teslim alma esnasında biraz bekliyorsunuz. Yine de otopark kuyruğu ile karşılaştırılamaz. Ayrıca AVM içinde giyemeyeceğiniz kocaman manto ve paltolarınızı arabaya bırakma şansınız da var. Bunu önemsiz bir mesele sanmayın çünkü kendi çantanız, çocuk, çocuk arabası ve çantası zaten bir kişinin taşıyabileceği ağırlığın çok üzerinde. Bir de koca manto ile uğraşmak istemezsiniz. Kaldı ki daha alışverişe başlamadınız bile. Bu ağırlığa bir de aldıklarınız eklenince küçücük bir iğneyi bile arabada bırakmak kar. 

AVM girişlerindeki döner kapıların yanındaki kapıların süs olduğunu düşünüyorum. Ben ne içerden ne de dışardan açamıyorum o kapıları. Mecburen döner kapıdan geçmek zorunda kalıyorum. Arabayla döner kapıdan geçerken takılıp kalmak ve düşmekten korkuyorum. Arabayı döner kapı ile senkronize itemezsem ve kapı beni arkamdan ittirirse, o telaşla çocuğun veya benim bir yerimiz kapıya sıkışırsa diye içim içimi yiyor. 2 saniyelik döner kapı macerasından hemen sonra sizi başka maceralar bekliyor. Sırada çocuğun geçmesini istemediğimiz manyetik kapılar var. Çocuğunuz sevimliyse veya döner kapı sonrası siz pek bir derbeder, alı al moru mor bir görüntü çiziyorsanız buradaki görevli size acıyıp yardım ediyor. Arabayı kenardan geçiriyor. Siz de bu arada kendi çantanızı çocuğun çantasını, çocuğun mantosunu (o arabada bırakılmamalı) ve kendinizi kapıdan geçirmekle uğraşıyorsunuz. 

Nihayet AVM’ye girebildiniz yada öyle sanıyorsunuz çünkü otopark katındasınız ve o civarda sadece kuru temizlemeci ve ayakkabı tamircisi bulunuyor. Yoğun kimyasal dumanından çocuğunuzu kaçırmak için asansörlere koşuyorsunuz ama asansör gelene kadar ciğerlerinize işleyen kimyasallar sizde hafif bir uçma hissi yaratıyor. Araba olmasa ilk kata uçarak çıkabilirsiniz. Sonunda beklenen asansör geliyor ve içinden genç delikanlılar ve sırım gibi vücutlu , yanaklarından kan damlayan kızlar iniyor. Yani aslında ikinci kattan atlasalar sağ kalırlar, o derece sağlıklılar ama asansörü meşgul edip yaşlı, hamile ve çocuklu insanların asansör önlerinde telef olmalarını izlemekten bir üzüntü duymuyorlar. Bu asansör gençliği sonra spor salonlarına servet ödeyen gençlikle aynı ne hikmetse. 

Mağazaların bulunduğu kata gelince iş bitmiyor. Arabayla mağazalara girebilmek, o daracık koridorlarda arabayı ustalıkla sürüp bir şeyler devirmeden alışverişi tamalamak, tek başına olduğunuz için çocuğunuzla beraber girmek zorunda kaldığınız mini minnacık kabinlerde kan ter içinde kıyafet denemek çok maharet isteyen bir iş. O yüzden alışverişi Cumartesi yapıp Pazar günü dinlenmek gerek. 

Bütün bunlar olurken acıkan çocuğu doyurmanız yani yemek katına gitmek için yine asansör çilesi çekmeniz gerekiyor. Yemek katında da durum farklı değil. Eliniz kolunuz çantalarla dolu olduğu halde hem tepsi taşıyıp hem de arabayı masaların arasından bir şeyleri devirmeden dökmeden itebiliyorsanız başarılı anne kategorisine girmeye hak kazanıyorsunuz. Bir müessese çalışanı da çıkıp “siz oturun biz tepsinizi getiririz demiyor” , tam tersi bulundukları yerden “du bakalım nasıl taşıyacak” diye merakla seyrediyor. Hele bekleyen aç müşterilerden bir Allahın kulu da çıkıp buyrun sırayı siz alın siz de çocuk var demiyor. Naapalım yani acıkmasaydı velet modunda herkes. 

Çocuğunuz yemeği bitirdikten sonra (ben sizinkilerin yediğini varsayıyorum çünkü benimki o kadar zahmetle aldığınız, yedirmek için türlü maymunluklar yaptığınız yemeğin tadına bile bakmaya tenezzül etmiyor) alışverişe devam etmek bir nebze daha kolay oluyor çünkü yemek sonrası çocuk, arabasında uyuyor. (Öyleki benimki ağzına zorla tıktığım ve muhtemelen bir saat boyu yanak oyuğunda tuttuğu köftelerle uyuyakaldı. O yanak oyuğunun kapasitesi nedir tam hesaplayamıyorum ama en az 2 orta boy köfte sığıyor) . Artık 1,5-2 saatiniz var, ister gezip alışveriş yapın, ister bir kahve içip dinlenin. Enerji toplayın. Çünkü çıkış işlemleri için bu enerji gerekecek. Üstelik bu sefer uykudan yeni uyanan çocuğunuzun biraz daha aksi olma ihtimali var. 

Sonunda eve döndüğünüzde yorgunluktan koltuğa yığılıp dinlenebileceğinizi pek sanmayın. Zaten alışverişe gidip bol bol para harcadığınızı kabuslarında gören, için için sinir olan sevgili eşiniz “bütün gün gezdiniz, hadi bir şeyler yap da yiyelim” diyerek sizi delirtecektir. Yemeğini sunarken üzerine bir miktar çakıl taşı serpmek kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlar :)

Haydi hayırlı alışverişler. 


Cimcime Paşabahçe Mağazasındaki tüm kuşları simitle beslerken.