21 Temmuz 2014 Pazartesi

Tüm Zamanların En İyi 5 Oyuncağı

1. Sopa

Çok yönlü bir oyuncak olan sopa tam bir klasiktir. Muhtemelen büyük büyük babalarınız bunlardan biriyle oynamış ve çocuğunuz da sizden habersiz bir sopayla oynamayı zaten keşfetmiştir. Sopa; bir el maşası, kazı aleti ya da uzak yerlere ulaşma aleti olarak çok iyi iş görür. Ayrıca pek çok oyuncakla (bu listedekiler dahil) birleştirilerek çok farklı şeyler de yapabilir. Sokaktaki bir ağaçtan düşen daldan tutun da metal ya da plastiğe kadar pek çok malzemeden oluşabilir. Asla modası geçmez.

2. Kutu

Oldukça klasik olan başka bir oyuncaktır. Kutular da çok farklı boyut ve şekillerdedir. Kutudan yapabileceğiniz şeyler sınırsızdır ve tamamen yaratıcılığınıza kalmıştır. Elinizdeki kutuların boyutlarına ve sayısına göre mobilyadan mutfak setine, Star Wars kostümünden robota kadar sayısız şey üretebilirsiniz. Büyük bir kutudan ev ya da kale yapabilir, küçük bir kutudan define sandığı yaratabilirsiniz. Sopanız da var mı? Varsa, onu kürek olarak, kutunuzu da tekne olarak kullanın.

3. İp

Çocuklar ipe bayılır. İp bulamadıklarında atkı, örtü gibi farklı malzemelerden ip yaparlar. Aslında peşinde oldukları şey iptir. Ancak ipin, bebeklerin ve küçük çocukların oynaması için uygun olmadığını belirtmeliyim. Boğulma tehlikesi içerdiği için çocukların ipi boyunlarına sarmamaları gerektiğini bildikleri bir yaşta olmaları gerekir. Doğru kullanıldığın da ise iple harika oyunlar oynanabilir. İpin en belirgin kullanım şekli, eşyaları birbirine bağlamak ya da ucuna bir şeyler asmaktır. İpi konserve kutularına bağlayarak telefon oyunu oynayabilir ya da sopanızın ucuna ip bağlayarak balık tutabilirsizin. İp pek çok oyuncağı eğlenceli hale getiren bir ayrıntıdır. İpsiz bir yoyo ya da uçurtma düşünebilir misiniz? Bir de ipin yaptığı ağır işleri düşünün: iple tırmanmak, ip atlamak, bir şeyleri çekmek…

4. Karton Rulo

Karton rulolar, kağıt havlular ya da tuvalet kağıtlarından çıkar ve tamamen bedava bir oyuncaktır. Ancak ortaya çıkması için sabırla beklemeniz gerekir. Küçük ya da orta boylar en sık gördüklerimizden olsa da, poster koymak için kullanılan büyük boyları hatta halıcılardan bulabileceğiniz aşırı büyük ve endüstriyel boyları da bulunur. Tabii bu en büyük boylara oyuncak diyemeyiz.

Peki neler yapabilirsiniz? Bir tanesinden teleskop, birbirine yapıştırılmış iki taneden dürbün yapabilirsiniz. Eğer büyük boy bir karton rulonuz varsa, onunla çeşitli toplara vuruş yapabilirsiniz. Sopa da aynı işe görür.

5. Çamur

Çocukların çok sevdiği ancak anne babaların pek de hazzetmediği çamur, bu listenin en eski oyuncağı olabilir. Kaybolmaya niyeti olduğunu da düşünmüyorum. Ondan kurtulamadığımıza göre onunla birlikte yaşamayı öğrensek iyi olur.

Ayrıca uzmanlar, çamurla oynayan çocukların oynamayanlara oranla daha gelişmiş bağışıklık sistemleri olduğunu söylüyor. Her ne kadar daha çok çamaşır yıkamanız gerekse de çocukları biraz çamura bulaştırmaya değer.

Peki çamurla ne yapabilirsiniz? Kazabilirsiniz ya da çamurdan tepeler yapabilirsiniz. Üzerinde sopanızla sanat çalışmaları yapabilirsiniz. Çamur, oyuncak arabalar ve kamyonlar için de harika bir oyun alanı olabilir. Çamur kesinlikle bir açıkhava oyuncağıdır. Çamurla evde oynamadığınız sürece çok eğlenceli zaman geçirebilirsiniz.


Egitimpedia'dan alınmıştır. 

15 Temmuz 2014 Salı

Kronik Momnesia

Kendimce "şaşkın anne sendromu" diye isimlendirdiğim durumun meğer tıbbi bir adı varmış, Momnesia. Daha önce baby brain ve pregnancy brain tabirlerini duymuştum ama Momnesia diye bir tabiri bilmiyordum. Hatta kitap bile yazılmış konu hakkında. 




Bu terim ilk olarak çocuk doktoru Dr. Tanya Altman tarafından gündeme getirilmiş. Momnesia hamileliğin 26. haftasında başlayıp, minimum anneliğin 12. ayına kadar süren, hafızada problem yaşanan dönemi ifade ediyormuş. Nöropsikiyatr Dr. Louann Brizendine bu teze The Female Brain isimli kitabında anneliğin beyin üzerindeki biyolojik ve hormonal etkileri ile ilgili yaptığı açıklamalar ile destek vermiş. Örneğin oxytocin hormonu (mutluluk hormonu) seviyesindeki patlama ve diğer değişimler annenin önceliklerinin değişmesine sebep oluyormuş. Anneliğin ilk 6 ayında, beynin konsantrasyon ve odaklanma ile sorumlu bölümleri tamamen yeni doğan bebeği korumak ve izlemek ile meşgul olurmuş. Emzirme döneminde artan oxytocin salınımı, zaten zayıf olan odaklanma süresinin daha da uzamasına sebep olurmuş. Bu süre anneden anneye değişiklik gösterebilirmiş (Mesela bende 3 senedir devam ediyor :)) 

Kısacası artık bilim adamları böyle bir durumun varlığını kabul ediyor. Bu önemli, çünkü hamileliğiniz ve erken anneliğiniz döneminde “Aman o gebe, herşeyi unutuyor zaten” diye sizinle dalga geçenlere verilebilecek kapı gibi bir cevap Momnesia. Ama hamileler siz yine de kafanıza takmayın, bu laflara alınmayın. Bu anın tadını çıkarın. 


Her acayip araştırmanın yapıldığı yer olan Londra’da yapılan araştırmalara göre hamileler bebekleriyle bağ kurmak için beyinlerinin sağ bölümünü kullanıyorlar. Yeni anneler ve hamilelerde beyin mantık yerine duyguları seçiyor. Anne adayı, fetüsün hareketlerini hissetmeye başladığında beynimiz de bu durumdan etkileniyor ve daha çok hassaslaşıyor. Hatta farkında olmadığımız birşey var ki, o da bebeğimizin hareketlerini hissettiğimizde kalp atışlarımızın hızlandığı. Ayrıca fetüsün hücrelerindeki kanın, plasenta yoluyla annenin kan dolaşımına geçmesi hamilelerin beyin ve sinir sistemini etkiliyor. Birçok kadın, hamilelikleri sırasında daha unutkan, daha hassas olduklarını kabul ediyor, odaklanma sorunu yaşadıklarını belirtiyor. Hamile unutkanlığı bizi şöyle etkiliyor; bir odaya girince, ne için girdiğimizi unutuyor, aynı olayı günde 5-10 kez tekrar edebiliyoruz. Müstakbel annenin beyni bebeğin gelişimine odaklandığı için hamileler kısa dönem hafıza kaybı yaşayabiliyor. Hamilelikte başlayan bu süreç yeni annelerde de devam ediyor. Bu da annenin diğer önemsiz işler yerine bebeğin ihtiyaçlarına konsantre olmasını sağlıyor. Araba anahtarının yerini hatırlayamayabiliyor örneğin. Hatta benim gibiyse arabasını bile alakasız bir yerde unutabiliyor. 


Üzülmeyin, IQ’muz değişmiyor; sadece hayattaki önceliklerimiz değişiyor. Bilim adamları diyor ki, beynimizde yaptığımız işlere ayrılmış birçok raf var. İşte hamilelikle birlikte bu rafların en üstteki üçünü bebek ve bebeğin ihtiyaçları dolduruyor.
Bence asıl önemli olan bu hamilelik unutkanlığının ömür boyu sürecek olması. Hangimizin hayatında çocuklar en ön planda değil ki? Çocuklar için yapılan koşturmalar ve yorgunluğumuz, çocukların yaşları kaç olursa olsun sona ermeyecek. Ve biz annelerin beyni asla önceki gibi olmayacak; bilim adamı, doktor, atlet, yazar da olsak en üst raflarımız anneliğe adanmış olacak. O yüzden Kronik Momnesia belki de bu dönemi niteleyecek en doğru terim.



Momnesia’nın etkilerini daha hafif atlatmak için yapılabilecekler ile ilgli ipuçları aşağıda. 

Daha fazla uyku ; Gerek hamileliğin ilk ve son dönemlerinde gerekse bebek yeni doğduğunda yaşadığımız uykusuzluk sinir sistemi ve beyin için en büyük problem. Anneliğin ilk yılında 700 saat uyku kaybımız oluyor. Normal insanlara 7-8 saat uyku yeterliyken hamilelerin uyku ihtiyacı daha fazladır. Hamileler vaktiniz varken uyuyun. 

İşleri paylaşmak ; Her işi kendiniz yapmaya çalışmayın. İşleri eşinizle koordine edin. Beraber haftalık program yapın, gerekiyorsa notlar alın. Eşinizden yardım alamayacak durumdaysanız yakınlarınızdan yardım isteyin. 

Kendine bakmak ; Dengeli beslenip , sıvı alımını arttırın. Dehidrasyon da hafıza karışıklıklarına neden olabilir. Hamilelikte önerilen vitaminleri düzenli olarak kullanmaya devam edin. Hareketsizlikten kaçının ve kendiniz çok ağırlaştırmayın.


10 Temmuz 2014 Perşembe

Cerrahpaşa Rezaleti Zoruma Ciddi


Babam 5 Haziran'da akciğerindeki lanet bir kitlenin alınması için ameliyat oldu. Allah'tan bizim doktorumuz laz değildi de ameliyat iyi ve sorunsuz geçti. Kitle ve etrafı tamamen temizlendi, o lanet hastalığın izleri vücuttan silindi. Ama hastane o kadar pis ki neredeyse ameliyattan sonra adam "ciddiyor" idi.  

Daha tetkikler için gidip gelirken hastanedeki kedileri görüp "her halde bu kediler patalojide çalışıyor. Kediler ciğer numunesinin tadını beğenmezse, hasta hemen ameliyata alınıyor" diye dalga geçiyorduk. Geçen gün gazetede okuduk ki hastane kedilerden pirelenmiş. Ameliyathaneler enfeksiyon kaynıyormuş. Volkan Konak boşuna "vay seni Cerrahpaşa, içmem suyundan içmem" demiyormuş. Mazallah içse adam enfeksiyondan "obür tarafa ciddi" 

Bizim olayımız şu şekilde gelişti. 5 Haziran'da ameliyat olan babamın önce sol gözü şişti ve kapandı. Hemen müdahale edildi ama bize bir bilgi verilmedi, enfeksiyondur olur böyle şeyler diyerek geçiştirildi. Daha sonra aman burada daha fazla enfeksiyon kapmasın diyerek ameliyattan 6 gün sonra, daha direni bile akarken taburcu edilip eve gönderildi. Hastaneden çıkarken şekeri 450 civarındaydı. Eve vardıklarında şeker 500'lere gelmiş ve ateşi çıkmıştı. Ertesi gün en yakın hastanenin acilinde 8 saat müşahede altına alındı. Ameliyatlı olduğu için fazla müdahale edemeyip sadece şekeri kontol altna almaya çalıştılar. Bu arada max. 5 olması gereken CRP yani enfeksiyon babamda 500 civarındaydı. Ateş bu yüzden çıkmıştı. 

16 Haziran'da kontrol için gittiği Cerrahpaşa'da tekrar yatış verildi ve 7 Temmuz'a kadar hastanede kaldı. Bu sürede şeker insülin verilmek suretiyle normal seviyelere indirildi fakat enfeksiyon için 4 değişik antibiyotik denendi ve sonuncusu işe yaradı. 20 gün boyunca damardan 6000 mg antibiyotik almaktan damarları patladı. Enfeksiyon testi için ne kan alacak damar ne de test edecek kan bulamadılar. Vücudunda kanserle ilgili hiçbir sorun kalmamasına rağmen şeker ve antibiyotikler yüzünden harap bitap düştü, kemoterapiye başlamadan 13 kilo verdi. Bu arada hastanedeki ameliyathaneler 1 tam gün kapatılıp kapsamlı temizlik ve ilaçlama yapıldı.

Babamla aynı günlerde ameliyat olan hemen herkes aynı durumda ateş içinde hastaneye geri döndü. Babam yaşına rağmen sağlam bünyeli olduğu için hala tamamen atlatamasa da aşama kaydetti. 18 aylık küçücük bir bebek vardı mesela o gün ameliyat olanlar arasında , ameliyattan sonra çocuk bölümüne götürüldüğü için bizim bölümde yatmadı, ona ne oldu düşünmek bile istemiyorum. 

Hastaneden çıkmasından 2-3 gün önce doktorları özür diledi, ama o zamana kadar "olur böyle şeyler, ameliyatta bu risk var, enfeksiyon kapmak normal" diyip durdu herkes. Herhalde gazetelere haber olacağını hissedip insanları başımıza sardırmayalım dediler. Eminim hiç bir doktor hastasını daha da hasta etmek istemez. Bu işte ihmalden çok imkansızlıklar olduğunu düşünüyorum. Maalesef ülkemizde insan hayatının gerçekten de pamuk ipliğine bağlı olduğunu bir kez daha görmüş, yaşamış olduk. 

Şimdi ben merak ediyorum, şekeri 450 olan hastayı nasıl eve gönderiyorlar, gözünden dolayı enfeksiyon kaptığı anlaşılan hastayı neden eve gönderiyorlar. Bu yatak yetersizliğinden oluşan hızlandırılmış bir prosedür mü? Doktorlar ve hemşireler aslında hastayla çok ilgili, baştan savmıyorlar ama o kadar çok yatak bekleyen hasta ve o kadar az yatak var ki, neredeyse doktor hastayı dikerken taburcu kağıtları hazırlanıyor. Ama bu aslında okyanusu geçip derede boğulmak, kanserden kurtulup enfeksiyondan sürünen hastaya, hasta yakınlarına yazık değil mi? Profesör olmuş, harcadığı her dakika değerli olan doktorların emeğine de yazık değil mi? Ameliyathanede hijyen sağlamak bu kadar zor mu? Yoksa bunlar kasten mi yapılıyor? Suç kedilerin yada pirelerin değil, suç bu hastanenin bakımsızlıktan ve pislikten yıkılmasını sağlayıp sonrada yerine 5 yıldızlı otel yaptırmak isteyen çoook yetkili ve çoook büyük baş hayvanlarda. Ne olacak canım tıp fakültesi yerine Medical Park'a gidiverir insanlar. Nasıl olsa yabancının değil. 

Not : Ameliyatı yapan Prof. Dr. Akif Turna'ya, göğüs cerrahideki tüm hemşire ve hastabakıcılara ve en önemlisi hastanede babamı sürekli kontrol edip, en iyi uzmanlardan servis almasını sağlayan, tıbbi destek dışında psikolojik destek de veren, şekeri yükseldiğinde en yakın acile gitmesi için babamı yönlendirip hayatını kurtaran Prof. Dr. Berat Apaydın'a sonsuz kere teşekkür ederim. (Kendisi ayrıca kedi kızım Gümüş'ün kayınpederi olur, hatta yakında da dede olacak)

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Yeşil Saplı Kırmızı Çiçek ...

Çocukları kendinizle sınırlamayın. 

Little Boy

Once a little boy went to school.He was quite a little boyAnd it was quite a big school.But the little boyFound that he could go to his roomBy walking in from the door outside,He was happyAnd school did not seemQuite so big any more.


One morning,When the little boy had been in school awhile,The teacher said:Today we are going to make a picture.Good, thought the little boy.He liked to make pictures.He could make all things;Lions and tigers,Chickens and cows,Trains and boats -And he took out his box of crayonsAnd began to draw.
But the teacher said, Wait.It is not time to begin.And she waited until everyone looked ready.

Now, said the teacher,We are going to make flowers.Good, thought the little boy.He liked to make flowers,And he began to make beautiful flowers.With his pink and orange and blue crayons.But the teacher said, Wait!And I will show you how.And it was red, with a green stem.There, said the teacher,Now you may begin.

The little boy looked at the teacher's flower.Then he looked at his own flower.He liked his flower better than the teacher's.But he did not say this.He just turned his paper overAnd he made a flower like the teacher's.It was red, with a green stem.

On another day,When the little boy had openedThe door from outside all by himself,The teacher said:Today we are going to make something with clay.Good, thought the little boy.He liked clay.
He could make all kinds of things with clay:Snakes and snowmen,Elephants and mice,Cars and trucks -And he began to pull and pinchHis ball of clay.But the teacher said:Wait, it is not time to begin.And she waited until everyone looked ready.

Now, said the teacher,We are going to make a dish,Good, thought the little boy.He liked to make dishes,And he began to make someThat were all shapes and sizes.But the teacher said, WaitAnd I will show you how.And she showed everyone how to makeOne deep dish.There, said the teacher.Now you may begin.

The little boy looked at the teacher's dish,Then he looked at his own.He liked his dishes better than the teacher's.But he did not say this.He just rolled his clay into a big ball againAnd he made a dish just like the teacher's.It was a deep dish.

And pretty soon the little boy learned to wait, And to watch, And to make things just like the teacher.And pretty soon He didn't make anything of his own any more.

Then it happenedThat the little boy and his familyMoved into another house,In another city,And the little boyhad to go to another school.

This school waseven bigger than the other one,And there was no doorfrom the outside into his room.He had to go up some steps,And walk down a long hallTo get to his room.

And the very first dayHe was there,The teacher said:Today we are going to make a picture.Good, thought the little boy,And he waited for the teacherTo tell him what to do.But the teacher didn't say anything.She just walked around the room.

When she came to the little boy she said:Don't you want to make a picture?Yes, said the little boy,What are we going to make?I don't know until you make it, said the teacher.How shall I make it?asked the little boy.Why, anyway you like, said the teacher.

And any colour? asked the little boy.Any colour, said the teacher.If everyone made the same picture,And used the same colours,How would I know who made what?And which was which?

I don't know, said the little boy,

And he began to makea red flower with a green stem.





Küçük Çocuk

Bir zamanlar okula giden bir küçük çocuk vardı.O küçücüktü,Ve okul da koskocaman.Ve küçük çocuk,Avluya açılan bir kapıdan geçip,Sınıfına hemencecik girebileceğini öğreninceMutlu oldu.Ve, gözünde okul onaArtık koskocaman gözükmedi.


Bir sabahArtık uzunca bir süredir küçük çocuk okullu ikenÖğretmen dedi ki:‘Bugün bir resim çizeceğiz.’‘Ne güzel!’ diye düşündü küçük çocuk.Resim yapmasını severdi.Bir sürü resim çizebilirdi:Aslanlar, kaplanlar,Tavuklar, inekler,Trenler, gemiler-Hemen pastel boya kutusunu çıkarıverdi.Ve çizmeye koyuldu.
Fakat öğretmen seslendi: ‘Bekleyin!Daha hemen başlamayın!’Herkesi süzdü, hazırlar mı diye baktı.

‘Şimdi’ dedi öğretmen,‘Çiçekler çizeceğiz.’‘Ne hoş’ dedi küçük çocuk.Çiçek çizmeyi çok severdi.Ve güzel mi güzel çiçekler çizmeye başladı.Pembe ve mavi ve turuncu boyalarıyla.Fakat ‘Bekleyin!’ dedi öğretmen.‘Ben göstereceğim size nasıl çizeceğinizi.’Onunki kırmızıydı, yeşil saplı.‘Haydi’ dedi öğretmen.‘Artık başlayabilirsiniz.’


Küçük çocuk, öğretmenin çiçeğine baktı.Sonra da kendi çiçeğine.Kendi çiçeğini öğretmeninkinden daha çok sevmişti,Fakat bunu söyleyemedi,Defterindeki sayfayı çevirdiVe öğretmeninkine benzer bir çiçek çizdi.Kırmızıydı, yeşil saplı.


Başka bir gün,Küçük çocuk kapıyı dışardanKendi başına açmıştı,Ve o anda öğretmen şöyle dedi:‘Bugün killi çamurla birşeyler yapacağız.’‘Ne güzel!’ diye düşündü küçük çocuk.Killi çamurla oynamayı severdi.
Killi çamurdan bir sürü şey yapabiliyordu:Yılanlar ve kardan adam,Filler ve fareler,Arabalar ve kamyonlar-Ve killi çamura elini uzattı.Bir avuç almak için çekiştirirken çamuru,Öğretmen dedi ki:‘Bekleyin! Daha başlama zamanı gelmedi!’Herkesi süzüp, hazırlar mı diye baktı.

‘Şimdi’ dedi öğretmen,‘Bir kap yapacağız.’‘Ne hoş’ dedi küçük çocuk.Kap yapmayı çok severdi.Ve her boyda türlü şekillerde kaplar yapmaya başladı.Fakat ‘Bekleyin!’ dedi öğretmen.‘Ben göstereceğim size nasıl yapacağınızı.’Ve herkese gösterdi, derin bir kabınNasıl yapılacağını.‘Haydi’ dedi öğretmen.‘Artık başlayabilirsiniz.’


Küçük çocuk öğretmenin kabına baktı.Sonra da kendininkine.Kendi yaptığı kabı öğretmeninkinden daha çok sevdi.Fakat birşey söylemedi.Elindeki killi çamuru bir top halinde yuvarladı yine.Ve öğretmeninki gibi bir kap yaptı.Derin bir kap.


Ve çok geçmeden Küçük çocuk beklemeyi öğrendi, Ve izlemeyi, Ve tam öğretmeninki gibi şeyler yapmayı.Ve çok geçmeden Kendi başına artık hiçbirşey yapmadı.


Bir gün geldiKüçük çocuk ve ailesiBaşka bir eve taşındılar,Başka bir şehirde,Ve küçük çocukBaşka bir okula gidiyordu tabii ki.


Bu okul, öncekindenDaha da büyüktü.Ve sınıfınaAvludan bir kapı da yoktu.Üst kata yüksek basamaklardan çıkmak zorundaydı,Ve uzun bir koridor boyuncaGitmeliydi sınıfına.


Ve daha ilk günüYeni okulunda,Öğretmen seslendi‘Bugün bir resim çizeceğiz.’‘Ne güzel!’ dedi küçük çocuk,Ve öğretmeni bekledi,Ne yapılacağını söylemesi için.Fakat öğretmen, bir şey söylemedi.Sadece sınıfta sıraların arasında dolaştı.


Küçük çocuğa geldiğinde‘Sen resim çizmek istemiyor musun?’ dedi.‘Evet.’ Dedi küçük çocuk,‘Ne çizeceğiz?’‘Sen çizmeden, ben bilemem ki?’ dedi öğretmen.‘Nasıl çizmemi istiyorsunuz?’diye sordu küçük çocuk.‘Niçin? Nasıl istiyorsan öyle.’ Dedi öğretmen.
‘Ve her renk olabilir mi?’ diye sordu küçük çocuk.‘Her renk’ dedi öğretmen.‘Eğer herkes aynı resmi çizseydi Ve aynı renkleri kullansaydı, Kimin, neyi çizdiğini nasıl bilebilirdim. Ve hangisinin hangisi olduğunu.’

‘Bilmiyorum’ dedi küçük çocuk.

Ve ...kırmızı bir çiçek 
çizmeye başladı,yeşil saplı.

Helen Buckley

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Sanatçı burada bilinç altındaki varoluşsal oluşumları temperal bir dille tariflemeye çalışmış sanırsam :)))

Haziran başında yapılan Cimcime'nin yıl sonu sergisi tüm yurt ve yavru vatanda büyük ilgiyle izlendi. 


Bence resim 3 yaş için başarılı. Beyaz bayraklı gemi. 




Ebrulara bayıldım. Yaparken öğretmenleri yardım ediyormuş ama hangi renkleri kullanacaklarına kendileri karar veriyormuş. Tam ortadaki Cimcime'nin sarılı turkuazlı pembeli olan. 


Bu arada ebrular da erçekten güzel olmuş. 

Resim konusunda çok yetenekli çocuklar var maşallah. 




4 Temmuz 2014 Cuma

Amman'dan Alaçatı'ya Mayıs

Karışık yoğun ve keyifli geçen iki aydan sonra nihayet biraz yazacak zaman buldum. Bu iki ayda neler mi oldu ? 

İlk olarak iş için yedinci kere Ürdün'e uçtum. Bu sefer tanımadığım bir heyetle çok iyi tanıdığım bir ülkeye gittiğim için yarı yarıya şanslı sayılırdım. Önce Amman'da sonra Aqaba'da çeşitli ziyaret ve toplantılar yaptık.  



Amman sarı-beyaz bir şehir. Tüm binalar aynı malzeme ile yapılıyor. Biraz çorak bir görünüm oluyor. Zengin kesime mensup insanlar çok modern. Yeme içme konusunda bir cennet. Mezeler ve kebaplar Lübnan kadar harika.  


Neyse ki kendim gibi bir kaç deli bulup toplantı arasında ünlü kebapçılarında Fakhr El-Din'e bir kez daha gitme şansı yakaladım. Bundan 4-5 yıl önceki ziyaretimde bu mekan yeni açılmıştı ve pek trendiydi. Hala trendi olduğunu görmek beni hiç şaşırtmadı. Çünkü hem mekan hem de yemekler gerçekten şahane. 


Üstelik Türkiye'den o gün gelen Türk ziyaretçilere döner, kısır ve yalancı dolma ikram edilen resmi yemekte pineklemektense, uygun bir zamanda kaçıp, şehri turlayıp bu mekanda yemek çok daha akıllıca bir seçim oldu. 



Ertesi gün Aqaba'ya uçtuk. Böylece Ürdün'de görmediğim yer, ayak basmadığım şehir kalmamış oldu. Bunca yılda Ürdün'ü ortalama bir Ürdün'lüden çok daha fazla gezmiş oldum. 


Aqaba körfezini bir kaç yıl önce İsrail tarafından da görmüştüm. İsrail körfezde çok küçük bir yere sahip olmasına rağmen orada bulunan şehir (Eilat) Aqaba'dan çok daha kalabalık ve modern. Tam bir sayfiye şehri. Oysa Aqaba hala çok boş ve çorak. Aqaba'da da yapılan güzel projeler var ama bitmeleri için 2-3 sene gerekli. Yakında burası da bir turizm cenneti olabilir. 



Ürdün'den döner dönmez yine bir toplantı için bu sefer İzmir'e uçtum. İzmir'e en son 1997'de gitmiş olmaktan dolayı yaşadığım utancı da böylece yenmiş oldum. Bu şehre bu kadar uzun ara vermek ayıp resmen. 

Güzel İzmir güzel tabi ama biz Ilıca'da kaldık. Tatil için gelmiş olmayı çok isterdim ama yarı iş yarı gezi seyahati olduğu için bu güzel plajlardan faydalanamadık. 


İki günde Çeşme, Efes, Meryem Ana, Şirince, Alaçatı yaptık ve döndük. Bundan sonrasında resimler konuşsun. 



Meryemana'dan sağlık diledik. Mum yaktık. 


Sağlık-Aşk-Para çeşmelerinden sular içtik. 


Dileklerimizi yazıp çaputla bağladık. 







Efes harabelerinde kral yollarından yürüdük. 

 




Davutlar yolunda Değirmen'de öğle yemeği yedik, hayvanları sevdik. 








Şirince'de kilisenin olduğu tepeye tırmanıp manzaraya karşı kumda pişmiş kahve içtik.Dönüş yolunda alışveriş yapıp , meyve şaraplararının tadına baktık. 





Alaçatı'nın sokaklarında gezinip, Tuval'de yemek yedik. 

İki günün ardından bu güzel şehre veda edip İstanbul'a döndük.