Bazı sözcükler berbattır. Dilimize dolanır. Büyük bir rahatlıkla kullanırız onları, konuşurken. Anlamı kayar, içi dışına çıkar ve bazen de korkunç bir durumun en sıradan ifadesine dönüşür. Bunlardan biri, belki de en başta geleni “normal” sözcüğüdür.
Örneğin bir diktatörün kendisini demokrasi meleği ilan etmesi anormal bir durumdur. Fakat anormal bir şeyi sık sık tekrar edersek, dinleyenler ve hatta dinlemek zorunda kalanlar için bile o anormal, şey normal bir şeye dönüşür.
“Normal” sözcüğü, en barışçıl günümüzde bile ötekini belirlemek için şuursuzca ateşlediğimiz işaret fişeğidir. “Ay şunun saçına bak, normal insan kalmadı valla,” demekten hiç çekinmeyiz mesela. “Anormal” derken, son hecedeki “a” sesini kalın okuyarak aslında var olmayan bir ses benzeşmesinden gülmece üretme girişimiyle sözde eleştirimize hakaret katmak ve neşeli bir görünüm kazandırmak da kolaydır bizim için. En nihayetinde işaret ettiğimiz “öteki” bizden biri değildir. Zaten öteki olan bizden değildir ki, dualarla boğazlanabilir ya da bir otelde yakılabilir ya da diğer ötekilerle birlikte katledilip bir çukura atılabilir. Normal olan biz olduğumuza göre, ötekinin kapısına boyayla çarpı işareti yapar gibi kullandığımız “anormal” sözcüğünü çeşitleyebiliriz de. Mesela sokak ağzıyla, “Ne bakıyon lan, değişik!” diyebiliriz. Bu çeşitlemede bir anlam kayması, bir kavram bozukluğu yoktur zira değişik olan bizden değildir ve biz normalizdir, o halde değişik anormaldir ki bu da ötekinin ta kendisidir; katli vaciptir.
Gündelik yaşamımızı belirleyen kişisel çapımızın içinde bile böyle fırtınalar koparan bir sözcüğün dünya çapındaki durumu nedir sizce? Bu sorunun yanıtı boyumuzu aşar, daha sorarken biliyorum bunu. Sözü, dünya çapında normalin ne olduğuna bakan Wolfgang Korn’a, onun “Normal Nedir?” adlı kitabına bırakıyorum.
Alt başlığı, “Neden bütün insanlar hem aynı hem farklıdır?” olan “Normal Nedir?”, kısa bir kullanma kılavuzuyla başlıyor. Kılavuz, el sıkarak selamlaşmak örneğinden yola çıkarak çeşitliliğe, çeşitliliğin insanoğlunun sahip olduğu en büyük zenginliklerden biri olduğuna işaret ediyor ve etnologların neden “normal” kavramını kullanmadıklarını açıklıyor.
Einstein, zamanın göreceli olduğunu söylerken neyi kast etmişti tam olarak anlamış değilim. Acaba Brezilyalı öğrencilerin hiçbir suçluluk duygusuna kapılmadan derslere geç gelebilmelerini mi kast ediyordu? Belki de Einstein, Meksikalıların “Meksika saati, İngiliz saati” ayrımına işaret ediyordur. Zamanın göreceliliğinden söz ettiğine göre, Alman dakikliğini kast ediyor olamaz, değil mi?
Hediyelerle aranız nasıl? Mesela Japonlar gibi yılda ortalama üç yüz kez armağan vermeye ve almaya yüreğiniz dayanır mı? Yoksa hediye verilmesi gereken beli başlı günler gelip çattığında, “Kime ne hediye alsam?” diye gerilir misiniz?
Peki ya poliandri, siyah dişler, sağı solu olmayan insanlar, cenaze şenlikleri, çikolata kaplı çekirgeler? Normal bildiklerimizi çıkarıp atsak mı, ne dersiniz?
“Normal Nedir?”, birçok bölümden oluşuyor. Her bölümün bir başlığı, bir de alt başlığı var. Okumaya istediğiniz bölümden başlayabilirsiniz.
“Normal” kadar sık el değiştiren bir sözcük daha yoktur. Aslında basitçe, “Kurala uygun, kurallı” demek olan bu altı harfli sözcük, kaynağını bireyin ifadelerinde bularak çoğunluğun ezici baskısına dönüşebiliyor. Birey, kendini belirlenmiş normalin kalıbına dökmek zorunda hissedebiliyor. Çocuklarımızın büyümeleri biraz da herkes gibi olmaları demek değil midir zaten? Yetişkin ağzıyla ifade edecek olursak, çocuğun “çocukça şeyler” yapmasına neden olan özgürlüğün, merakın, serbest eylem halinin denetim altına alınması yani çocuğun yaratıcı gücünün, kendisi olabilme yetisinin iğdiş edilmesi değil midir büyümek? Ergenlik krizi dediğimiz şey, kabaca, içine itilip kakıldığımız ya da girmeye çalıştığımız kalıpla yaşadığımız uyum sorunu değil midir? Fazlalıklarımız törpülendikçe, köşelerimizin sivriliği azalıp da kalıbın içine sığar hale geldikçe “normal” olmuş olmaz mıyız? Yoksa normal demek, kişinin, bir topluluğa uymak için kendisinden, kendisi olma bilgisinden vazgeçmesi mi demek? Eğer öyleyse, “öteki” geriye kalan herkestir. Sizce de korkunç değil mi?
Wolfgang Korn için de geriye kalan herkesin “öteki” olması korkunç olmalı ki, kitabının son bölümünü bütün insanlarda ortak olan “evrensel” şeylerin listesine ayırmış. Korn, kitabının son paragrafında şöyle demiş: “Araştırmacılar sonunda şu saptamada bulundular: İnsanların çoğu şeyi ortaktır. Dünyada ne kadar çok ve farklı kültür olursa olsun, ne yapılıyorsa çoğu ortaktır. Ama nasıl yapıldığı konusunda insanlar ve kültürleri önemli ölçüde ayrılır.”
Gençler için hazırlanmış bu kitap hepimizin ufkunu açabilecek güce sahip. Hatta siz okuyup da seçerseniz, bazı bölümleri daha küçük yaştaki çocuklarla da paylaşabilirsiniz. Ötekinin normalleriyle tanışmak, zihni, yüreği açık her insana iyi gelir. İnsan farklılıkların zenginlik olduğunu, “normal” diye diye yüreğini katılaştırmaktan başka şey yapmadığını ne kadar erken fark etse o kadar iyidir.
Tanıtım çok hoşuma gitti ve Bir Dolap Kitap'tan aldım. Kitabı da hemen alıp okumayı düşünüyorum. Çok merak ettim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder