23 Eylül 2013 Pazartesi

Stiletto Hikayesi

Dün akşam yemekten sonra uyku ritüeline başlayarak Cimcime’ye banyosunu yaptırıp, kavga dövüş saçlarını da yıkadım (inatla saçını yıkatmıyor, yüzünden su dökülmesi hoşuna gitmiyor). Kuruturken de kaçıp arıza çıkarmasın diye de “bak şimdi uslu dururusan sana bir hikaye anlatacağım saçın kuruyunca” dedim. Ama o kadar yorgunum ki kafada hikaye yok. Kırmızı başlıklı kızı pamuk prensesi falan anlatmaya başlayınca devamını kendi getiriyor. Mamu piyense eiima yedi uyudu eee eee eee sonna cüce öptü filan diye anlatıyor masalı kendince. Artık okulda masal anlatıldığı için biliyor çoğunu. Zaten teyp gibi kayda alıyor ne desen.  

Neyse ben de uydurdum hemen bir tane ama ne hikaye. Banyo sonrası iyicene pamuk gibi olmuş ayaklarına bakıyor kremleyip masaj yapıyordum. Birden başladım ülkenin birinde bir küçük kız varmış ayakları çok güzelmiş annesi onun ayaklarına bayılır öpermiş. Hergün onları kremleyip masaj yaparmış. Ama gel zaman git zaman kızımız büyümüş genç kız olmuş. Ayakları da büyümüş tabii üstelik eskisi gibi de güzel değillermiş. Kızın annesi almış kızını karşısına yine güzelce ayaklarını yıkamış tırnaklarını kesmiş törpülemiş topuklarını ponzalamış güzelce kremleyip masaj yapmış bir de tırnaklarını özel bir boyayla boyamış. (Böylece pedikürü icad etmişler) Kızın ayakları o kadar güzel olmuş ki bakmaya doyamamışlar. Bu güzel ayakları ve renkli tırnakları ayakkabıların içine hapsetmek istememişler ve ayakkabının burnunu kesmeye karar vermişler. (Böylece burnu açık ayakkabıyı keşfetmişler). Genç kız yeni ayakkabıları çok beğenmiş ama altı çok düz olduğu için annesinin pamuk gibi yaptığı topukları çok yıpranıyormuş. Ayrıca kendini çok kısa boylu hissediyormuş. Şöyle bir 10-15 cm daha boylu olsa ne güzel olurmuş. Bunun üzerine anne kız düşünmüş taşınmış hem popoyu daha güzel , hem de bacakları daha uzun gösterecek ne olabilr diye uğraşmış ve en sonunda ayakkabının topuk kısmına ekleme yapmaya karar vermiş. Bu eklemeye de topuk demişler. (Böylece topuklu açık ayakkabıyı yaratmışlar). Fakat ilk denemelerde kullandıkları malzeme tahta olduğu için çabuk yıpranıp kırılmaya başlamış. Bunun üzerine genç koz topuğun içine demir koymayı teklif etmiş (ve işte stilettoyu yarattılar). Böylece genç kız güzel ayakları ve uzun bacaklarıyla mutlu mesut yaşamış.

Ben bu hikayeyi nasıl ve neden uydurdum bilmiyorum. Üstelik bu masalı uydururken aşağıdaki gibi bir kitabın varlığından haberim bile yoktu. Kendi uydurmasyon masalımdan sonra internete girip inceledim ve kendime bir kez daha şaşırdım.


“Stiletto” moda tarihçisi Caroline Cox’un Londra’da yayınlanan kitabının adı. Malesef Türkiyedeki internet kitapçılarında bulamadım, ama yazarın “Lingerie” isimli başka bir kitabı idefix’de var. Kitapta kadın giyiminin en önemli aksesuvarlarından birinin, iğne ya da çivi topuklu ayakkabının tarihi anlatılıyor. Tanıtımı yapan bir makalede kitap hakkında aşağıdaki bilgiler veriliyor.

Kadınlar İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kadınsı bir görünüme kavuşmak istediler. Christian Dior, zamanın ruhunu yakalayarak ‘New Look’ (Yeni Görünüş) adlı, bele oturan, balon etekli yeni bir siluet yarattı. Ayakkabı tasarımcısı Roger Vivier, bu siluete uygun ince topuklu ayakkabılar üretti. Ancak o dönemde topuklar tahtadan yapılıyor, inceldikçe kolaylıkla kırılıyordu. İlk kez Londra’da 1954’te Kıbrıslı göçmen Mehmet Kurdaş, topuğun içine alüminyum bir çubuk geçirerek bugünkü tabirle ‘stiletto’yu yarattı. İki yıl sonra İtalya ayakkabı fuarında İtalyan ayakkabıcılar, içine madeni çubuk geçirilmiş stilettoları dünyaya tanıttılar. Artık ayakkabı ökçesi istenildiği kadar inceltilebilirdi. 

Stiletto o günden itibaren kadınları fethetti. Erkekleri de: Çünkü dünyanın en seksi aksesuvarlarından biriydi. Bir fetiş objesiydi. Marilyn Monroe, Gina Lollobrigida gibi ‘femme fatale’ların tercih ettiği bir ayakkabıydı. Ama artık iyi aile kadınları da benimsemeye başlamıştı bu tehlikeli icadı. 1959’da topuklar 15 cm’yi bulduğunda, bir savaş başladı. Önce bu uzun ökçelerin sağlığa verdiği zarara, bütün gazetelerde geniş yer ayrıldı. 1961’de ABD’de kadın köşe yazarı Abigail Van Buren, kadınlardan gelen 100 bin mektupla birlikte Ulusal Ayakkabıcılar Derneği’ne başvuruda bulunarak onlardan topukları kısaltmasını istedi. Yüksek ökçelere o kadar keskin bir dille saldırılıyordu ki, asıl sorunun kadınların cinselliklerini bu kadar açıkça ortaya koymalarından duyulan kültürel korku olduğu açıkça anlaşılıyordu.

1960’larda bu kez ‘stilettolar parkeleri bozuyor’ tartışması ortaya atıldı. Bütün müzeler, galeriler ve tarihi binalarda ‘stiletto giymek yasaktır’ tabelaları ortaya çıktı. 1962’de İngiliz Madenciler Birliği bir ilan yayınlayarak stilettoların yer döşemesi üzerindeki etkisinin ‘1 ton’ olduğunu, eğer kadın topuğunun etrafında dönerse, etkinin binaları yıkan iş makinelerinin yarattığı etkiye eşit olduğunu ileri sürdü. Öyle ki, Mehmet Kurdaş, aynı yıl topuğun ucuna bir yuvarlak bölüm ekleyerek yeni bir ayakkabı icat etti.

Muhafazakarlardan sonra saldırma sırası ilk feministlerdeydi. Germaine Greer ‘The Female Eunuch’ adlı ünlü kitabında (1971) ince uzun ökçelerin, kadınları politik olarak baskı altında tutan bir moda olduğunu iddia etti.

1965’te stiletto, yerini düz pabuçlara bırakarak moda sahnesinden çekildi. 1980’lerde punk akımından etkilenen İngiliz modacı Vivienne Westwood uzun ince topuğu yeniden canlandırdı. Vogue’un meşhur genel yayın yönetmeni Anna Wintour, güçlü dergisini İspanyol asıllı ayakkabıcı Manolo Blahnik’i ve stilettolarını dünya çapında bir ikona dönüştürmek için kullandı. Prenses Diana, kendisiyle aynı boyda olan kocasından boşanır boşanmaz, muhteşem stilettolar yapan Jimmy Choo’yu giydiği ayakkabılarla meşhur etti. Sex and the City dizisinin yıldızları bu iki markayı ‘manolo’ ve ‘choo choo’ diye iki cins isme çevirdiler. Ve son olarak genç Fransız modacı Christian Louboutin, stilettonun içindeki düzeneği gösteren şeffaf topuklu pabuçlarıyla gözleri kamaştırdı.

Artık kimse, kadınların ince ve uzun topuklarına karışmaz oldu. Stiletto, yarım asırlık savaşın galibiydi. 


Şimdi kitabı bulup almak farz oldu. Hayır stiletto severim ama Pazar akşamı saat 9’da uydurduğum masalın bu kadar derin bir konu olmasına da ayrıca hayret ettim.  Pamucuk ayaklardan yola çıkıp konuyu pedikür ve stilettoya bağlama yeteneğime de diyecek yok doğrusu. Bu arada Cimcime’nin masalı büyük bir ilgiyle dinlediğini söylememe gerek yok sanırım. Ama eminim yakında oje diye tutturur.