Geçen hafta 3 günlüğüne küçük bir Güney Doğu Anadolu turu yaptım. Bundan yıllar önce Mardin'e gitmiş ve çok çok beğenmiştim. Yine o hayallerle gittim Antep ve Urfa'ya ama maalesef Mardin'deki masalsı havayı bulamadım. Haklarını yemeyelim iki şehir de güzel, çok değerli eserlere ve şanlı tarihe sahip fakat Antep'te Urfa'da birer büyük şehir. Her ikisi de çarpık yapılaşmadan, trafikten, tozdan dumandan nasibini almış. Ben şahsen tarihi bir alanda fotoğraf çekerken kareye giren otomobillerden, elektrik tellerinden veya reklam panolarından hiç hoşlanmıyorum. O çirkinlikleri kareye almamak için şekilden şekle girmekten yoruluyorum.
Aynen yukarıdaki fotoda olduğu gibi. Mesela burası sözde çok mistik bir yer. İbrahim Peygamber, devrin zalim hükümdarı Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye, tek tanrı fikrini savunmaya başlayınca, Nemrut tarafından bugünkü kalenin bulunduğu tepeden ateşe atılır. Bu sırada Allah tarafından ateşe "Ey ateş, İbrahim'e karşı serin ve selamet ol"' emri verilir. Bu emir üzerine, ateş suya odunlar da balığa dönüşür. İbrahim bir gül bahçesinin içersine sağ olarak düşer. İbrahim'in düştüğü yer Halil-ür Rahman gölüdür. Bizim Balıklı Göl diye bildiğimiz yer. Fotodaki sütunlar da Hz. İbrahim'i ateşe atmakta kullanılan mancınıklar. Peki o zaman o panoları oraya kim dikti. Yada acaba şehrin kutsal kısımları trafiğe kapatılamaz mı? Şimdi bu görüntü mistik mi yani?
Neyse ben en iyisi güneydoğuyu yine kendi gözümden anlatayım. Çok fotograf çekmişim. Seçmek ve elemek zor. En beğendiklerimi yayınlıyorum.
AYNTAP
Antep'in eski adı Ayntap'mış. Pınarın gözü demekmiş. Buranın suları çok güzel olurmuş.
Zincirli Bedesten İstanbuldaki Kapalı Çarşının sokaklarından biri kadar ancak. İçinde Antep'e özgü Kutnu kumaşından eşarplar, bakır takılar ve gümüş telkariler satılıyor.
Antep'te cam müzesi ne alaka diyebilirsiniz ama gayet ilginç bir yerdi Medusa Cam Müzesi. Önce biraz boncuk yapımını izledik.
Müzede beni asıl hayrete düşüren MS 2. yy'da camdan yapılmış süt pompası ve tıp aleti ördek oldu. O zaman da çalışan anneler sütlerini sağıp dolaba mı koyuyordu acaba diye düşündüm bir an.
Medusa'daki Hitit dönemi oyuncaklar da çok ilgi çekiciydi.
Antep sokaklarında rengarenk yemeniler hemen her köşede parlıyor. Rahat olup olmadıklarını bilmiyorum, denemek aklıma gelmedi ama tamamen deri oldukları için sağlıklı olduklarını söyleyebilirim.
Kuru patlıcan biber kabak diyarında bu kareler olmazsa olmaz.
Güvercin bol o yüzden Antep'te her evde güvercinlik olurmuş. Bu cinsler paçalı güvercin sanırım.
Kuş evlerine bayıldım
Antep Kalesinin top deliklerinden Antep çatıları böyle görünüyor.
Ve elbette envai çeşit acı biber. Rengi koyulaştıkça acılığı artmıyormuş. Ancak tadına bakınca anlıyorsun. Antep'te acı biber Elmacı Pazarından alınıyor. Urfa'da direk adına pazar kurmuşlar. İsot Pazarı.
Antep Kalesinde Panaroma Müzesi girişi.
Antep kalesinden güneşe bakış ve ardından Zeugma Mozaik Müzesine geçiş.
İşte karşınızda Zeugmanın çingene kızı.
Ve gümüş gözlü mars heykeli.
URFA
Ayntap'tan sonra istikamet Urfa'ydı. Önce Urfanın 17 km dışında bulunan Dünya'nın en eski tapınağı Göbekli Tepe'yi ziyaret ettik. Bir detay ekleyeyim hemen. Yolda meşhur "Züğürt Ağa" filminin çekildiği Germüş Köyü'nün önünde de geçtik. Köyün filmdeki adı "Haraptar" ve Harran'da böyle bir köy gerçekten var ama film orda çekilmemiş. Aklıma ilk olarak yaşlı dedenin "garı istirem" repliği geldi hemen.
12.000 yıl öncesinden kalma oval ve yuvarlak şekilli 20 adet tapınak-sunak bulunmuş. İngiltere'deki StoneHenge'e benziyor fakat Stonehenge sadece 5000 yıllık.
T şeklindeki taşların üzerine oyulmuş çeşitli hayvan kabartmaları.
Göbekli tepe hakkındaki bilgilerim çok sınırlı, hatta sadece rehberimizin anlattığı kadar. Ama çok ilginç olduğunu ve derinlemesine bilgi edinmek gerektiğini söyleyebilirim.
Ucu bucağı görünmeyen bereketli Harran Ovası. (Harran evlerine gidecek vakit kalmadı ne yazık ki)
Harran Kelebeği
Urfa'da ikinci durak Halfetiydi. Tekne yolculuğumuza başlamadan hemen önce verdiğimiz moladan Fırat'ın serin suyu.
Fırat nehri üzerinde Halfeti'ye doğru giderken yolda karşımıza doğayla çok uyumlu bir mimari özelliğe sahip Rumkale çıkıyor. Kayalığın nerede bittiğini, insan eserinin nerede başladığını söyleyebilmek çok zor. Hz. İsanın havarilerinden Johannes (Yuhanna) ‘in Roma döneminde Rumkale’yi mesken yaparak kayadan oyma bir odada incilin nüshalarını çoğalttığı rivayet ediliyor.
İşte sular altında Halfeti
Halfetide sadece minaresi suyun dışında kalan köy camisi.
Ve son olarak şehir merkezine dönüp Balıklı Göl ve Hz. İbrahim'in doğduğu mağara görülüyor.
Tok gölün aç balıkları. Kutsal sayıldıkları için avlanmaları yasak. Muhtemelen fazla yemekten çatlayıp ecelleriyle ölüyorlardır.
Urfa Balıklı Göl'den gece manzarası. Hz. İbrahim'in ateşe atıldığı tepeden aya uzanan mancınık direkleri.
Ve tarih dışında başımızı döndüren yanar dönerli şölen sofraları.
Koçak'ın ve İmam Çağdaş'ın baklavası.
Antep'in Katmer'i Urfa'nın Şıllık Tatlısı
Orkide'nin kaymaklı, ceviz reçelli, nohut piyazlı, antep peynirli, kahvaltısı
Antep'te Halil Usta'nın Urfa'da Cevahir Konuk Evinin kebapları (simit kebabı-soğan kebabı-patlıcan kebabı), küşnemesi, muhammaradan humusa çeşit çeşit mezeleri.
Bayazhan'ın meşk gecesi
Urfa'nın mırrası, Antep
Tahmis'de Menengiç kahvesi. (Fıstığı bol bulunca her şeye koyar olmuşlar ama kahvesi olmamış bence. Ağır ve yağlı gibiydi. İçemedim.)
Ama kahve eşliğinde gelen çalgıcılar ve akşamüstü konseri güzeldi.
Çok dolu, yorucu bir turdu ama değdi. 2 güncük bile olsa Cimcimemi çooook özledim.