28 Kasım 2012 Çarşamba

Bir Aşure Masalı


Bir varmış, bir yokmuş, bir değil birçok ülkede komşu tarlalarda büyüyen buğdaylar, nohutlar, fasulyeler varmış. Birbirlerine uzaktan uzağa bakar iç geçirirlermiş. Sonra bir gün içlerinden en görmüş geçirmişi olan buğday komşularına seslenmiş: "Bre kardeşler, şu uçsuz bucaksız tarlalarda, bahçelerde yıllardır rüzgarın müziğiyle kendi başımıza danseder dururuz, neden biraraya gelip de bir etkinlik yapmıyoruz?" "Makul" demiş nohut, "Takla atma yarışması yapalım", kısa boyu, tombul gövdesiyle yuvarlanarak. "Boşver sportif faaliyeti" demiş buğday, "yemeli, içmeli birşeyler olsun". "Altın günü yapalım" demiş içlerinde en evcimen olan fasulye, sırtını kamburlaştırıp göbeğini içeriye çekerek. Kısa bir an düşünmüşler buğdayla nohut, "İyi fikir, başka arkadaşlar da buluruz bize katılacak, yapalım yapalım" diye çığrınmışlar. Hemen organizasyon yapılıp tertip komitesi seçilmiş. Buğday başkan, fasulye başkan yardımcısı, nohut da yazman olmuş. Etkinlik mekanı olarak kalaylı, büyük boy bir bakır tencere seçilmiş. Zaman olarak da yılda bir gün tesbit edilmiş ama eğer canları isterlerse arada bir yine toplanmaya karar vermişler. Altın son günlerde çok pahalandığı için herkesin şık bir porselen kase getirmesi şart koşulmuş ve sıra gelmiş etkinliğe katılacak başka arkadaşlar bulmaya. Buğday demiş ki: "Şu ilerideki sulak arazide benim uzaktan bir akrabam ikamet ediyor, asıl sülalesi Uzak Doğu'da ama göç yoluyla buraya da gelmişler, pirinç diyoruz aile arasında biz onlara. Kalabalık katılamazlarsa da küçük bir grup olarak dahil olurlar aramıza. Nitekim pirinç sevinerek kabul etmiş bu daveti ve demiş ki, "ben sulak mekanlara alışkınım, etkinliğimiz de sulu bir yerde olsun". Diğerleri de uygun bulunca Altın gününü bakır tencerenin içine su doldurarak bir nevi havuz içerisinde yapmaya karar vermişler. Ardından da "Altın günümüze katılacak yeni dostlar aranıyor" diye yerel gazetelere ilan, yerel TV'lere reklam vermişler. Başvurular gelene kadar da havuz sefası yapmaya karar verip tencereye dalmışlar. Onlar suyun içinde şişedursun bu durum şeker pancarının kulağına gitmiş, "Ben de katılmak isterim, tatlı yiyelim-tatlı konuşalım" diyerek gruba dahil olmuş. Buğday, nohut, fasulye, şeker bir muhabbet içinde hemhal olurken ardarda konuklar kapıya dizilmiş. Kayısı ağaçtan atlamış, üzüm asmadan zıplamış, incir "ben de varım" demiş, portakal bile "benim neyim eksik, yer açın dostlar" diyerek kabuğuyla dalmış havuza yani tencereye. Karışmışlar, kaynaşmışlar, fokur fokur kaynamışlar, kakır kakır gülmüşler, bir muhabbet bir muhabbet. Derken kuru ahali görünmüş Altın Günü kıvamını bulduğunda, ceviz önde fındık arkada, fıstık en sonda serilmişler muhabbetin orta yerine. Ardından nefes nefese susam yetişmiş, eteğine hindistan cevizi yapışmış, dolmalık fıstık "beni de alın aranıza" diye seslenmiş. Nar durur mu, hasetinden çatlamış, tencereye atlamış. Rüzgar esmiş, toz bulutu gibi bir tarçın bulutu getirip Altın gününü yaldızlamış. Sonra Dedem Korkut görünmüş, boy boylamış soy soylamış, görelim ne soylamış: Ey katılımcılar, görürüm ki biraraya gelmiş, karışmış kaynaşmış bir güzel lezzet çıkarmışsınız ortaya. Adınız "Aşure", ömrünüz uzun olsun, bir yiyen bir daha yesin, biraraya getirenlere "eline sağlık" desin" demiş ve eteklerini savururak yürümüş gitmiş. Bu masal da burada bitmiş. Gökten üç tas aşure düşmüş; biri pişirene, biri komşulara, biri de sabırla okuyan sizlere...

Leylak Dalı'ndan alınmıştır.

3 yorum:

  1. sabırsızlıkla okuduk ama aşureden yiyemedik ;)

    YanıtlaSil
  2. Biz de olaya yancı olduk zaten. Ben pişirmedim bu sene. Annem bir kazan pişirmiş, Pazar günü nerdeyse içine düşecektik. Seneye mutlaka pişireceğim. Kızı olanın pişirmesi gerekirmiş (Niye bilmiyorum, annem öyle dedi). Artık yenecek gibi olursa seneye getiririm.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hımmm peki o zaman, inşallah...

      Sil