31 Ekim 2012 Çarşamba

Kahvaltı Çilesi

Evet yaptım. Üşenmedim. Sabah sabah kalktım, peyniri ezdim, yumurtayı çırptım, içine biraz da süt kattım. Seramik tavada yakmadan, yapıştırmadan altını üstünü pişirdim. Kaşını gözünü ağzını burnunu saçını yerleştirdim. Süsledim püsledim. En tatlı sesimle "yavrum gel kahvaltın" hazır dedim. Hızla uzaklaşan minik ayak seslerine aldırış etmeden, yakalayıp mutfağa getirdim. Mama sandalyesine oturttum. 




Şöyle bir baktı, önce biraz güldü. Önce zeytinleri yuttu. Sonra saçından bir iki tel peynir yedi, yanaktan azıcık ısırık aldı. Biber burnu yere attı.  


Yine yemedi, yine yemedi. 

Ama azimliyim. Sevdireceğim bu kahvaltıyı Cimcime'ye

19 Ekim 2012 Cuma

Cimcime'nin Yeni Kitapları

Bu kitabı sadece renklerine vurulup aldım. Cimcime'ye de kitabı okumak yerine renkleri anlatıyorum. Kelebeklerin renkleri , resimler filan harika. Konu da güzel ama o şimdilik ikinci planda.  





Bir klasik olduğu için Parmakkız'ı aldım ama konuyu meğer hiç bilmiyormuşum. Parmak marmak ama kız evden kaçıyor, ve önüne gelen parmakkızımızı birileriyle evlendirmek istiyor. Bildiğin Küçük Emrah filminin çocuk versiyonu. Sonuçta burda kötü adam Nuri Alço değil zavallı kör köstebek. 


Grimm Kardeşlerin CSI NY tadındaki masallarından sonra Andersen de Law & Order SVU (Special Victims Unit - Taciz ve tecavüz mağdurları) vari masallar yazmış demek (Anne de normal değil tabi, CSI , L&O filan ).  Düşünün hak vereceksiniz. Külkedisinde kristal ayakkabıyı giyebilmek için parmaklarını kesen kızkardeşler, cadıyı fırında çevirme yapan Hansel ile Gratel, kaçırılıp kuleye hapsedilen Rapunzel, Pamuk Prensesin kalbinin sökülüp (nooluyo ya, sadece ölse olmuyor mu? Kalbi naapıcan acaba?) kendisine getirilmesini isteyen cadı üvey anne, iğneyle uyuşturulup yıllarca uyutulan Uyuyan Güzel ve daha nice mağdurlar ve psikopatlar var bu masallarda. Çocuklara bu masalları okuyarak polisiye dizilere genç seyirciler mi hazırlıyoruz acaba ...


Neyse, işte psikopat bir konusu olmayan bir yeni Cimcime kitabı daha. Kendisi sesli bir kitap olup, sayfada kapağın altında arabayı bulduğunda "bip biiip", itfaiye aracını bulduğunda "daa dii daaa diii" diyor. Aslında diyormuş çünkü kitap bizim eve geldiğinden beri sesi soluğu kesildi. Pilini değiştirdik olmadı, babamız kitabı deşip kabloları kontrol etti yine olmadı. Sanırım içerdeki orkestra şefi ölmüş. Artık sesleri kendimiz yapıyoruz. Daha yaratıcı oldu.  




Son ve en sürükleyici kitabımız Teddy ile Tuvalette. Bezi bırakmaya hazırlık aşaması olarak aldığımız kitaptaki düğmeye basılınca sifon sesi ve gülüşmeler geliyor. Kitap tuvalette duruyor. Şimdilik kitabı elimize alıp lazımlıkta oturuyoruz veya ayıcığımızı lazımlığa oturtup "eh eh" diyoruz. Denemelere 2-3 ay sonra başlamayı düşünüyorum. Bakalım neler olacak. 


18 Ekim 2012 Perşembe

CAM'daki Çatlaklar

Dün, tee hamileliğim zamanında gitmek istediğim, ama her gittiğim etkinlikte uyuduğum için reddedildiğim bir oyuna gitmek nasip oldu. Ayrıca Ferhunde'yi (Deniz Çakır) de canlı canlı görüp haketten taş mı değil mi anlamış oldum. Bu arada kendisi gayet taş. Ama oyunculuğu için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Yada yanındakiler çok iyiydi. Oyun, beş tane çatlağın etrafında gelişiyor. Bunların en çatlağı Selen Uçar'a bayıldım mesela, bazılarına boşuna ödül vermiyorlar (15. Adana Altın Koza - En İyi Kadın Oyuncu). Sonra Bülent Alkış'ta çok iyiydi. Soner'e (Mete Horozoğlu) gelince "Öyle Bir Geçer Zaman Ki"de Aylin'in ardından tuutuğu yasın komedi versiyonunu oynuyor gibiydi. Biraz fazla abartılıydı oyunu. Dolunay Soysert'i zaten pek sevmem ve yine biraz yapay kalmıştı. 

Genel olarak konu da, konunun işleniş şekli de, oyuncular da iyiydi ama oyun çok uzatılmıştı. Sonlara doğru uyumamak için biraz kendimizi zorladık. Oyunun bitmesini ve eve gitmeyi istemeyi sevmiyorum ben. Oyun sarmamış demek bu. Cam'da da biraz öyle oldu.    



Bu arada, bu oyunda küfür gırla ama hiç bu konuda eleştirildiklerini okumadım. Küfür yasağı sadece Cem Yılmaz'a mı var acaba ? Öte yanda itiraf etmek gerek, en çok küfürlü sahnelerde güldü seyirci. Türk milleti küfürü seviyor, yazar çizer ne yapsın.

16 Ekim 2012 Salı

Neden Gymboree ?

Cimcime'ye hamileyken okuduğum anne-bebek bloglarından birinde duymuştum ilk defa ismini. Hemen aramıştım bilgi almak için ve yetkili bana çocuğumun kaç yaşında olduğunu sorunca da "eksi dört, henüz hamileyim ben" demiştim. Yetkili önce gülmüş sonra da benim iletişim bilgilerimi alıp "çocuğunuzu sağlıkla kucağınıza aldığınızda sizi arayacağız" demişti. Ve Cimcime doğduktan birkaç ay sonra da aradı. 

Cimcime 7 aylıkken ve henüz yürümez ve hatta emeklemezken yazıldık Gymboree'ye. Çok düzenli devam etmememize rağmen, kızımın fiziksel ve sosyal gelişimine çok katkısı olduğunu düşünüyorum. Cimcime daha o zamanlar orda çalınan müzikleri evde de çaldığımızda oturduğu yerde dans etmeye ve tempo tutmaya, gymboree hareketleri yapmaya çalışıyordu. Gelişime yönelik ekipmanlar sayesinde gayet korkusuzca tünellerin içinden emekleyebilir, güvenle basamaklara tırmanabilir, köprülerden geçebilir hale geldi. Etrafında kendi gibi küçük insanlar görmeye alıştı, onlarla iletişim kurdu (şu aşamada kafa göz demeden birbirlerini yalama, top alıp verme ve saç çekme ile sınırlı bir iletişim ama olsun) En güzeli de bunları hep oyunlar arasında sıkılmadan, zorlanmadan yaptı Cimcime. Şimdi tempo tuttup dans etmenin yanında kendi dilinde şarkı da söylüyor. 

Sonuçta Gymboree otuz küsur yıldır bu işin içinde. Oyun grubunda dünya çapında lider. 30 ülkede 550 merkezleri var. Programları erken dönem çocuk gelişimi konularında uzman psikologlar tarafından hazırlanıyor. Ayrıca sınıflarda her yer özenle dizayn edilmiş ve çocuklara zarar verme ihtimali olan her parça için önlem alınmış. Oyun ortamları evlerden bile daha güvenilir.  Kısacası bu Gymbo'lar çocuklar için güvenli ve eğlenceli ortam yaratmanın yollarını biliyorlar. 






Yukarıdaki resimde Cimcime ve Gybo dans ederken görülüyor. Gybo biraz hırpalanıyor ama yine de halinden memnun. 


15 Ekim 2012 Pazartesi

Gurme Bebek

Bebeğiniz büyüdüğünde "ah nerde annemin yemekleri" desin isterseniz Gurme Bebek'e uğramanızı tavsiye ederim. Üç becerikli anne tarafından hazırlanan bir web sitesi Gurme Bebek. Sitede, evinizdeki minik gurmeniz için lezzetli ve besleyici tariflerin yanında, sağlıklı yiyecek seçimleri, beslenme sorunları, iştahsızlık, obezite gibi konularda yazılmış bilgilendirici yazılar da mevcut. 

Ayrıca günlük menüleri sayesinde "bugün bebeğime ne pişirsem?" derdinden de kurtuluyorsunuz. 



Kısacası faydalı bir site Gurme Bebek.  

Oyuncak Müzesi

Bundan bir kaç sene önce Sunay Akın, bir şirket organizasyonumuza katılmış çok güzel hikayeler anlatmıştı. O zamandan beri kendisine bir yakınlık duyarım. Bir oyuncak müzesi kurduğunu öğrendiğimde tam da ondan beklenecek bir hareket olduğunu düşünmüştüm. Yine de kuruluşundan bu yana 7 yıl geçmesine rağmen, bu hafta sonuna kadar gitmek kısmet olmamıştı. 


Cimcime'yi attık arabaya , çıktık yola ama gitmek ne mümkün. Trafik inanılır gibi değil. Yerini hiç bilmediğimiz bir ara sokakta olan müzeyi bulmak, ulaşmaktan çok daha kolay çünkü hemen her köşe başında tabelası var ama yollarda arabalar resmen üst üste. Bir de müze önündeki park alanı kısıtlı olduğundan indi bindi telaşı, müzeye girmeden yordu bizi.      


Tabiki tek yorulan bizdik. Cimcime enerjisinden hiçbirşey kaybetmedi. Odadan odaya koştu, camekandan camekana yapıştı. Bebekler de insanı cama yapıştıracak kadar güzeldi ama.


Önce "ıh ıh ıh" diyerek, o minicik parmağıyla göstererek oyuncakları kendisine vermemizi istedi. 


Sonra baktı kimse oyuncakları ona vermiyor bari kendim alayım diyerek tırmanışa geçti. 


Tırmanış sonuçsuz kalınca yanaklarını sarkıtıp mahsun mahsun oyuncakların arkasından bakmaya başladı. 



En sonunda kafeteryaya indiğinde oynayabileceği oyuncaklara kavuştu. (Aşağıda sabrının sonuna gelen cimcimenin, oyuncakla oynayan arkadaşına "veeerrr, veeerrrr" diye bağırırkenki resmi görülmektedir)  


Müzenin tiyatro sahnesi görünümündeki odalarını, bünyesindeki çocuk etkinliklerini ve özellikle cafe kısmını çok beğendik, oyuncakların bir şair duyarlılığıyla yazılmış açıklamalarına bayıldık ve aya çıkan Türk bayrağını, müze için ilk alınan oyuncak olan tüylü atı ve Sülüman-Hürrem bebeklerini ilginç bulduk,  Ben daha önce Prag'da bir oyuncak müzesi gezmiştim. O da çok güzel ve kapsamlıydı. Sadece o müzede sadece bir kat tamamen Barbie bebeklere ayrılmıştı. Normal barbieler, ünlülerin benzer barbieleri, erkek barbiler yani Ken'ler falan derken nerdeyse 200 tane barbie vardı. Ama dekor düzenlemeleri İstanbul Oyuncak Müzesindeki kadar başarılı değildi. 


Ayrıca cafe kısmında çocuklar için doğumgünü partisi düzenlenebiliyor. Böyle bir ortamda doğumgünü kutlamak çok eğlenceli olsa gerek. Bu alternatifi de bir kenara not ettim. 

12 Ekim 2012 Cuma

Çocuklar İçin Etkinlik

Özellikle oğlu veya acar bir Cimcimesi olanların seveceği bir etkinlik. Sağlam bir kutunun (ayakkabı kutusu veya plastik mutfak kabı olabilir) içine beyaz kağıt seriyoruz (kağıdı seloteyp bant ile yapıştırırsanız daha iyi sonuç alırsınız). Kağıdın üzerine iki farklı renk parmak boyası döküp , kutunun içine 2 top atıyor, kutunun kapağını sıkıca kapatıyoruz. Bundan sonrası çocuk sanatçıların keyfine kalmış. Canı isteyen tekmeliyor, canı isteyen elleriyle bir güzel çalkalıyor. Bütün bunların sonucunda çok değerli bir sanat eseri ortaya çıkıyor. 




Tabi bütün bunları masa başına oturup boya ve fırçalarla sakin sakin de yapabilirsiniz ama nerde kaldı bunun adrenalini. 

Sanat eserini görmek için tıktık

11 Ekim 2012 Perşembe

Babalar Ne İşe Yarar ?


Mesela ;

  • Her gün kızları için alışverişe gitmeye, kolilerce bez ve ıslak mendil almaya
  • Pişik kremi bulmak için nöbetçi eczane aramaya, 
  • Migros - Carrefour gibi standard marketler bitince sertifikalı organik marketler bulacağım diye uğraşıp bu marketlerden dünya paraya sebze meyve et tavuk alıp yavrusunu beslemeye, 
  • Yavru yesin diye zırt pırt balık alıp kış ayazında donarak, yaz sıcagında pişerek balkonda ızgara yapmaya, 
  • Kırılan bozulan tüm oyuncakları tamir etmeye, 
  • Dolu-boş-yarı dolu diye ayırdığı pilleri arasından en uzun ömürlüleri, kızının oyuncaklarına takmaya, 
  • Yavrusu kimyasallardan etkilenmesin diye evde bulaşık, çamaşır, ve yer silme deterjanı yapmaya, 
  • Kuzusu dinlesin diye klasik CD’ler doldurmaya, 
  • Egzotik meyveler bulup onları yavruya yedirirken yüzünü seyretmeye, 
  • Evde dana varmışcasına merdivenlere, balkon ve kapı önlerine ve dahi salonun orta yerine çitler çekmeye, 
  • En sağlıklı yoğurdu yapacağım diye nerdeyse her inekten tek tek süt almaya, köy köy gezip mayalık yoğurt aramaya, 
  • Cimcimeye zarar vermesin diye beli çıka çıka ordan oraya eşya taşımaya, 
  • İş yerindeki yöneticilik vasfının yanında kızı yemek yerken çeşitli maynunluklar yapmaya, 
  • Hastaneye 15 dakika gibi bir sürede kaka ulaştırmaya, test ettirmeye, 
  • Sesli diye alınıp eve gelince sesi soluğu kesilen oyuncaklara ses vermeye, 
  • Puseti arabanın bağajına yüzlerce kez yükleyip indirmeye, 
  • Ana kucağı mama sandalyesi süt pompası biberon sterilizatörü nasıl çalışır öğrenmeye, 
  • Banyodan sonra cimcimenin saçlarını kurutmaya, 
  • Kuzusunu uyutmak için odaya girip yavru uyumadan uyuyakalmaya, 
  • Camlara kapılara çeklecelere kilit takmaya, 
  • Cimcimesi ona koşunca elindeki herşeyi yere atıp yavrusuna sarılmaya yarar.

Seviyoruz biz babaları, 

En çok da bizimkini ...  

Cimcime'den bekliyorum böyle laflar...


Emaye

Bundan 4-5 yıl önce eskicilerde bol bol gördüğüm desenli emaye tabakların kolleksiyonunu yapmaya başladım. Aklınıza gelecek her yerden emaye topladım. Hatta Edremitten Ayvalıktan çok iyi durumda parçalar buldum. Fakat son iki senedir emaye bulmak gittikçe zorlaşıyor. Bulsan da almak mümkün değil çünkü fiyatları anormal yükseldi. 

Nedeni ne mi? Hemen söyleyeyim. Dönem dizileri. Evet maalesef esnaf tüm emayeleri hatta sadece emayeleri değil eski dönemlere ait ne varsa dizilere kiralamaya başladı. "Hatırla Sevgili" ile başlayan bu furya "Öyle Bir Geçer Zaman Ki" ile devam etmekte. Bu arada kaçırdığım başka dizi ve filmler varsa bilemem. 




Tabi bu kiralama durumunda ne oluyor, esnaf satarak bir kere kazanacağına kiralama usülü ile defalarca kazanıyor. Ama sonuçta olan zavallı emayelere oluyor çünkü çoğu film setlerinde kırılıyor veya çiziliyor. Galata'da bir esnaf resmen "apla biz bunları filmcilere kiralıyoruz, sana satsam çok para isterim dedi" 



Bunların dışında bir de bu emayeleri ciddi ciddi toplayıp satmayan bir hanım var. Kendisi aslında Çukurcuma'da bir esnaf ama emayeye takmış durumda. Son konuştuğumuzda bir depo dolusu emayesi olduğunu ve bunları sergilemek için yer aradığını ama yıllardır böyle bir yer bulamadığını anlattı. Düşünün artık kolleksiyon ne boyuta gelmiş. Ayrıca fiyatın önemi de yok onun için artık çünkü bu parçayı almalıyım diye giriyor olaya ve fiyatlar tavan yapıyor. 



Hal böyleyken benim emaye kolleksiyonu da 30-40 parça ile güdük kalıyor.  


Neyse, yine de güzel parçalarım var. Mesela nadir bulunan ay yıldızlı ve horozlu tabaklardan kapabilmişim bir kaç tane.  Ama daha çoook toplamam lazım.  







Bakarsın Cimcime büyüyene kadar kolleksiyon da büyür. Olur mu? Olur. Olabilir. 



10 Ekim 2012 Çarşamba

Baby Show


Bebek bekleyen ve büyüten anne babaların dikkatine... Türkiye’nin doğrudan aileye hitap eden en büyük fuarını gerçekleştirmek için yola çıkan Boyut Group, "Baby Show" için İstanbul'un en prestijli fuar alanı Lütfi Kırdar'ı seçti. 14-16 Aralık tarihinde tam bir aile festivali havasında gerçekleşecek "İstanbul Baby Show"da, çocuk sahibi olan ya da bebek planlaması yapan aileler ile sektörün öncü markaları aynı platformda buluşacak. Bilgi ve eğlenceyi harmanlayan renkli şovları, hediyesi bol yarışmaları, doğuma hazırlık kursları, ebeveyn seminerleri, çocuk gelişim toplantıları, alanında uzman doktorları, çizgi film karakterleri, moda gösterileri, GDO'suz hayatı, pastaları, arabaları, bebek bakım odaları ve dinlenme salonları ile ziyaretçilerine her türlü hizmeti sunuyor diyebiliriz.



9 Ekim 2012 Salı

Sen Uyurken

 Cimcime uyurken



Herkes keyif peşinde :)

Keyif

Haftasonu oldumu Cimcime anne babayla kahvaltı edeceğim diye sevinçten deliriyor. Deliriyor kelimesini gerçek anlamında kullanıyorum. Önce Gazi koşusuna hazırlanan taylar gibi evi baştan sona on tur koşuyor. Bu eylemi yaparken çeşitli dillerde (Türkçe olmadığına eminim, Moldovyaca olabilir) sesler çıkarıyor, birine kızmış gibi bağırıyor, çığlıklar atıyor ama aslında şarkı söylüyor (rock veya metal filan dinliyor olabilir). 

Turlamalar bitince mutfağa gelip bütün sandalyelere tek tek çıkıp, Cimcime ulaşamasın diye masanın çok stratejik bir noktasına yerleştirilmiş kahvaltılıkları almaya çalışıyor. Kimse dur demezse ordan da masaya tırmanıyor, ve direk bal veya reçel veya en zor temizlenen neyse ona elini sokuyor. Müdahale edilip aşağı indirilince kendini yerlere atıyor, reçelli ellerini yüzüne kapatıp ağlama numarası yapıyor, çok sinirlendiyse yere, duvara veya masaya kafa atıyor, bu sefer canı yandığı için gerçekten ağlıyor. Sakinleştirmek için mutfakta ona ayrılan çekmecedeki plastik kap kacağı gösteriyoruz, bütün çekmeceyi boşaltıyor, her şeyi mutfağın farklı köşelerine fırlatıyor. Öyle ki mutfakta yürümek dağda bayırda trecking yapmak gibi oluyor. 

Sabah sporunu yapıp nihayet masaya oturduğumuzda mama sandalyesi yerine illa babanın kucağına çıkmak istiyor (neden çünkü içimizde en yumuşak yüzlü o ve ordan tüm masaya ulaşabiliyor). Peynirini, babasının beklemekten buz gibi olmuş çayına atıp çatalıyla iyice eziyor, yumurtasını gümüş yesin diye yere atıyor ama maalesef anne üzerine basıyor. Çekirdeğini çıkarıp eline verdiğim zeytinle babanın tişörtüne şekiller çiziyor. Bir de Heidi'deki gibi yemediğini saklama huyu çıktı. Elindekini yemeyecekse poposunun altına koyuyor. Tabi babanın kucağında olduğu için pantalon da batıyor. Bu arada ağzına girip geri çıkmadan yutulan lokmaların hesabını yapıyoruz ki aç kalmasın. 



Biz mi? Biz ne yediğimiz pek anlamıyoruz. Ama ailecek kahvaltı etmenin mutluluğuyla güne devam ediyoruz. 

8 Ekim 2012 Pazartesi

Biz de mi böyle olacağız acaba ?


Şeylerin Masumiyeti

Çukurcuma Caddesinin hemen başına Masumiyet Müzesi'ne gider diye yeni bir tabela konmuş. Biz de söz dinleyip gittik. İyi ki de gitmişiz. 



Orhan Pamuk'u sevin veya sevmeyin, kitaplarını okuyun veya okumayın farketmez ama bu müzeyi ziyaret etmeyi atlamayın. Hele ki eskiye özlem duyan biriyseniz bu keyif için tüm gününüzü ayırın. 


Müze daha önce gördüklerime hiç benzemiyor ki çok müze gördüğümü söyeleyebilirim. Masum Şeyler üç boyutlu olarak kitapta yazılan bölümlere göre dizayn edilmiş. Hele müze girişinde sigara izmaritleriyle anlatılan hayat hikayesi muhteşem. 


Eğer benim gibi kitabı okumadan önce müzeye gittiyseniz hemen Müze Kitapçısından bir adet Masumiyet Müzesi edinebilirsiniz. Hatta Orhan Pamuk'un tüm kitaplarını beş dilde bulabilirsiniz. Bu arada Masumiyet Müzesi sayısız dile çevrilmiş, müzenin en üst katında çevirilerden birer adet var ama sayamadım. Bu arada bir sürü turistin elerinde kendi kitaplarıyla müzeyi ve kitabı bölüm bölüm eşleştirerek gezdiğini görmek bizi hem şaşırttı hem de sevindirdi. Öte yandan maalesef müzeyi gezen Türk yoktu. Demek ki herkes daha önce gezmiş :)  



 


Not : Müzede fotoğraf çekmek yasak. Fotoğrafların çoğu Müze Kitapçısında çekilmiştir. Müze içinde çekilen tek kare için de özel izin alınmıştır.

Weekend


Uzun zamandır haftasonu karşı kıyıya geçmiyorduk. Bu hafta sonu erkenden evden çıkıp motor ve tramvay yoluyla Cihangir ve Çukurcuma'ya gittik.  



Maksat biraz keyif yapmak, eskicilerde emaye aramak ve alışveriş etmekti fakat Çukurcuma uçmuş. Kadıköyde 50 tl olan burda 150 tl. Antikacılardan hiç bahsetmiyorum, onlara girmedik bile. Alamadık fazla birşey tabii. Baktık, karıştırdık, elledik geldik. 



Eskicilerin bir çoğu dükkanlarında çekime izin vermediği için fazla fotoğraf da çekemedim. Ayrıca daracık dükkanında herşeyin üzerine "kırarsanız ödersiniz" yazan esnaf arkadaşa da sinir oldum. Zaten nefes aldınmı birşeyler yere düşüyor, dükkan labirent gibi , yürümek için kedi filan olmak gerek. Özellikle kırılsın da üç beş kazanalım diye o şekilde yerleştirilmiş izlenimi verdi bize. 


Tabi bunların dışında bir de Gallery Alpha var. Bizim gibi gravür ve eski harita meraklısıysanız mutlaka gidilmesi gereken bir yer. Dükkan diyemiyorum çünkü daha çok bir eğitim kurumu gibi. 1500'lerden haritalar, taş, metal ve ahşap baskı gravürler var. Galerinin sahibi geçen sene bizim Denizler Kitabevinden aldığımız İstanbul Haritaları (1422-1922) kitabının Sedat Simavi ödüllü yazarı Dr. Ayşe Yetişkin Kubilay. Ayşe Hanım bilgisiyle kibirlenmeyen, karşısındakini ezmeden ve sıkmadan anlatan insanlardan. Arkadaş olup, sohbet etmek isteyeceğiniz biri. Ayak üstü bize bir sürü bilgi verdi. Hafızası muhteşem, şöyle bir gravür vardı falan diye başlıyorsunuz hemen dolapları karıştırıp şak diye buluyor işte bu diye size getiriyor. Yakın bir zamanda galeride seminerler vermeyi düşündüğünü öğrenince çok sevindik. Bu konuyla ilgilenen herkesin katılması gereken bir etkinlik.       


Galeriden çıktıktan sonra bir yorgunluk kahvesi içip, Fatma Girik'li teneke Jiklet (kutuda öyle yazıyor) kutumuzla evde bizi bekleyen Cimcime'ye döndük. Bir dahaki gelişimizde Cimcimeyi de getirip "kırarsanız ödersiniz" yazan dükkana salmayı düşünüyoruz. Çıkışta da tanımıyoruz biz bu bebeği deriz :)


Fatma Girik ne kadar güzel değil mi?